8.8.11

Saint Malo'dan Kanada'ya, Jacques Cartier...

1491–1557 yılları arasında yaşamış, Kanada'yı keşfeden Fransız denizci Jacques Cartier'nin son 16 yılını geçirdiği Saint Malo'ya bağlı Rotheneuf köyündeki müzeye dönüştürülmüş minik şato evindeyiz. Jacques Cartier'in tüm resimleri ve portre heykelleri hayal gücüne dayalı olarak yüzyıllar sonra yapılmış. O dönemde de eli kalem tutan bir kara kalem ustası portre resmini çalışmamış demek ki.



Ev üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm 15. yüzyılda inşa edilmiş, ikinci bölüm ise 16. yüzyılda Cartier tarafından ilk binaya ilaveten inşa edilmiş. 3. bölüm ise Cartier'den çok sonra 19. yüzyılda 2. binaya ilave olarak inşa edilmiş. Biletlerimizi kestirip 3. binanın üst katına, video gösterisine çıkıyoruz. Video Cartier'nin keşif amaçlı Kanada'ya yaptığı üç deniz yolculuğundan bahsediyor.

















Şöyleki;
"Jacques Cartier 1491 yılında Brötanya'nın kuzey batısındaki liman şehri Saint Malo'da doğdu. Cenovalı denizci Kristof Kolomb 1492 yılında Cartier tam 1 yaşındayken Atlantik Okyanusu'nu aşarak Kuzey Amerika'ya ulaşmış. İskandinav Vikinglerinin yüzlerce yıl önce Amerika'ya ulaşmış olduğu bilinse de, Amerika'nın kaşifi olarak kayıtlara geçen Kristof Kolumb. Ya Amerigo Vespuci, ona ne demeli?

İşçi sınıfından bir aileye mensup Cartier teknelerde çalışmaya temizlik işçisi olarak başlıyor. Zaman içinde teknede daha üst görevlere geliyor ve güvenilir bir denizci olarak adı duyulmaya başladığı sıralarda ki bu 1520'lere denk geliyor aristokrat bir aile olan Granches'ların kızı Mary Catherine des Granches ile evlenerek sosyal statü atlıyor. Saint Malo'da vaftiz babası olarak da adı duyuluyor.

(İlk yolculuk 1534)
1534 yılında Fransa kralı I. François ile tanışıyor ve hemen bu tanışmanın akabinde aynı yıl krala bağlı olarak doğuya giderek, Asya'nın zenginliklerine ulaşmayı umuyor.



Korsanlarla piratların farkını biliyor musunuz? Korsanlar kral ve ülke hesabına keşif yapan, yeni bulduğu yerlerdeki zenginlikleri ülkesine getiren legal denizci. Pirat ise free-lance çalışıp yağmaladığı ganimetleri zimmetine geçiren denizci.





Kanada'yı keşfettikten sonra kayıtlara geçiren, haritaya Saint Lawrence Körfezi'ni ve Saint Lawrence Nehrini ekleyen legal korsan, kaşif Jacques Cartier'nin ilk yolculuğu 1534'de gerçekleşiyor. Ondan beklenen yeni keşfedeceği kara parçalarında altın ve diğer değerli taşlara ulaşması ve onları Fransa'nın zenginliğine katması. Okyanusu boydan boya geçmek tam 20 gününü alıyor. Newfoundland'ın bir bölümü, Kanada'nın Atlantik üzerindeki bugünkü vilayetlerini ve St. Lawrence Körfezi'ni keşfediyor. Kuş adalarındaki ilk duraklamalarında gemi tayfaları yaklaşık 1000 kadar kuş avlıyor. Bu avladıkları kuşlardan çoğu "great auks" adlı günümüzde nesli tükenmiş bir kuş. Eh, o dönemlerde bu keşiflerle doğanın içine etmeye başlanmış bile. Cartier Kanada'nın aborijinleriyle Kanada'nın kuzeyindeki Chaleur Köyü'nde karşılaşıyor. Gaspé Koyu'na çaktığı 10 metrelik tahta haç üzerinde "Long Live the King of France/Fransa Kralı çok yaşa" sözleri yazıyor. Cartier 1534 Eylülünde Fransa'ya dönüyor Asya kıyılarına ulaştığı düşüncesiyle.

(İkinci yolculuk, 1535–1536)
İlk yolculuğu takip eden sene 3 gemi, 110 denizci ve 2 yerliyle Jacques Cartier tekrar yelken açıyor. St. Lawrence'a ulaşır ulaşmaz nehirde yukarılara doğru ilerliyor. Şef Donnacona tarafından yönetilen Stadacona'nın başşehri Iroquian'a ulaşıyor.

Jacques Cartier büyük gemisini Stadacona kıyılarında bırakıp, küçük gemiyle nehirde yoluna devam ediyor. Şimdiki adı Montreal olan Hochelaga'ya ulaşıyor. Montreal Adasına ulasan Jacques Cartier oradaki yerli halkın kendisine tütün sunmasından sonra günlüğüne "vücutlarını, ağızları ve burunları sanki birer bacaymış gibi tütene kadar, dumanla dolduruyorlar", "biz de onları taklit ettik, ancak duman biber gibi acıydı ve ağzımızı yaktı" diye yazmış. Bu da tütün alışkanlığının Avrupa'yı ve tüm dünyayı nereden başlayarak kara veba gibi sardığının bir kanıtıdır.

Hochelaga'yı küçük bir köy olan Stadacona'dan daha etkileyici buluyor. Nehirdeki hızlı akıntı yüzünden daha ileriye gidemiyor.

Iroquoianlar Amerika'nın 1580 yılına kadar St. Lawrence Nehri kıyısında yaşayan yerlileri. Kendi dilleri Iroquoianca konuşuyorlar. Iroquoianlar Kuzey Afrika'nın diğer yerli halkı Mohikanlılar tarafından bölgedeki hayvan postu ticaretini ellerine geçirmek adına katlediliyorlar ve yok ediliyorlar.

Hochelaga yerlileriyle iki gün geçirdikten sonra Cartier Stadacona'ya döndüğünde kış şartlarının iyice ağırlaşması ve etrafın buzlarla kaplanması nedeniyle o kışı Stadacona'da geçirmeye karar veriyor. Cartier ve tayfası o kışı odun istifleme, oyun ve balık tuzlama ile geçiriyor. Nehirdeki buz kütleleri 1.8 m boyutunda, doğanın üstündeki kar örtüsü ise 1.2 metreye ulaşmış. Doğanın zorluklarına ilave denizciler ve yerliler arasında C vitamini eksikliğine bağlı iskorbüt hastalığı baş gösteriyor. Cartier yerlilerden yaklaşık 50 kişinin bu hastalıktan öldüğünü, 110 denizciden ancak 10 tanesinin sağlıklı olduğu ve hastalarla ilgilenebildiğini notlarına düşmüş. Beyaz ladin ağacı kabuğunun kayatılmış suyunun iskorbüt hastalığının tedavisinde birebir olduğunu öğrendiklerinde tayfalardan 25'i hayatını çoktan kaybetmiş bile. Cartier ağaç kabuklarını kaynatarak elde ettikleri sıvıyı içtiklerinde hayatlarının kurtulduğunu, bunun bir mücize olduğunu söylüyor. Hastalığa bağlı olarak Cartier ve hayatta kalan 85 adamı tüm dişlerini kaybediyorlar.

1536 Mayısı, dönüş yolunda Cartier Şef Donnacona'yı Fransa'ya götürmeye karar veriyor. Amacı geldiği topraklardaki altın, değerli taş gibi zenginlikleri krala bir yerlinin ağzından anlatmak. St. Lawrence Nehri'nden aşağıya çetin bir yolculuk akabinde 3 haftada Atlantik Okyanusu'nu geçip Saint-Malo'ya 1536 yılının 15 Temmuz'unda ulaşıyor.

(Üçüncü yolculuk, 1541–1542)
1540 yılında, Fransız kralı I.François Bröton denizciye Kanada'ya dönmesini ve "Kaptanı Derya" ünvanıyla o toprakları Framsa'nın kolonilerine katmasını emrediyor. 1541 Mayıs'ında Cartier Saint-Malo'dan bu sefer 5 gemiyle yelken açıyor üçüncü yolculuğuna ancak gemidekiler arasında maalesef şef Donnacona'yı geri götüremiyor. 1536 ile 1541 Cartier ve ekibinin üçüncü kez Kanada'ya doğru yelken açışına kadar bu 5 sene içinde Donnacona Saint Malo'da hayata gözlerini yumuyor. Kanada'da yerlilere şeflerini geri getiremediğini anlatmakta hayli zorlanıyor Cartier. Şarka ulaşma düşüncesi artık unutulmuş. Bu seferki amaç "Saguenay Krallığı" ve onun zenginliklerine ulaşmak ve St. Lawrence Nehri kıyılarını Fransa'nın kolonileri arasına katmak.

Stadacona kıyılarına demirleyen Cartier yine yerli Iroquoianlarla buluşuyor. Buraya yerleşmekten vazgeçip nehirde birkaç mil daha kuzeye ilerliyor, günümüzde adı Cap-Rouge, Quebec'e yerleşmeye karar veriyor. Gemide beraberinde gelen hükümlüler ve diğer kolonistler ile üç ay boyunca gemide yaşam savaşı veren sığırlar bu bölgeye yerleşip şalgam, lahana ve marul tohumlarını ekmeye başlıyorlar bile.

Tayfalar elmas ve altın olduğuna inandıkları taşları toplayıp gemilere yüklüyorlar. Fransa'ya vardıklarında bu taşların sadece kuvars kristalleri ve demir piritleri olduğu anlaşılıyor. Bu da Fransa'nın atasözlerinden birini: "faux comme les diamants du Canada/Kanada'nın elmasları gibi gerçek değil" ortaya çıkmış.

Topraklarının sömürülmeye başladığını nihayet anlayan Iroquoianlar Cartier ve ekibine eskisi gibi dostane davranmıyorlar. Yerliler bölgeye yerleşen Fransızlara saldırıp 35'ini öldürüyorlar.

Cartier 1542 Haziran'ında Fransa'ya doğru yelken açıyor.

Profesyonel denizci ve kaşif Cartier bu çıktığı üç büyük keşif yolculuğunda hiç gemi kaybetmeden geri dönüyor. 50'den fazla bakir limana girip ve hiç kaybolmuyor, salgın hastalığa yakalananlar dışında hiç adam kaybetmiyor.

Cartier hayatının son yıllarını Saint Malo'da Portekizce tercümanlık yaparak geçiriyor. 1608'deki Kanada'ya Avrupalıların asıl büyük göçünü göremeden 1557'de 66 yaşında salgın hastalık tifodan hayata gözlerini yumuyor. Saint Malo'daki St. Vincent's Katedrali'ne gömülüyor.

Cartier Saint Lawrence Nehri kıyılarındaki toprakları dokümanlarda Kanada diye kayıtlara geçiren ilk kişi. Kanada adı yerli Huron-Iroquois dilinde köy, toprak, yerleşim anlamlarına gelen "kanata" kelimesine orijinli. Cartier notlarında Stadaconalı yerli Iroquoialılar için Kanadalı kelimesini kullanıyor. Daha sonraları Saint Lawrence ve kıyılarına yerleşen Fransız kolonistler için Kanadalı, topraklar içinse Kanada denmeye başlıyor ta ki 19. yüzyılın ortalarına kadar. Bu tarihten sonra Fransız ve İngiliz kuzey Amerikasına bütünüyle bu ad veriliyor."



Video gösterisinden sonra Cartier'nin hayatının son 16 yılını geçirdiği minik şato evini (manoir) rehber eşliğinde gezmeye başlıyoruz. Cartier bu ev öncesinde surların çevrelediği, korsanların şehri Saint-Malo'da yaşıyormuş. Saint Malo'nun o dönemde pek de güvenli olmaması, evlerde tuvalet bulunmaması nedeniyle insanların akşam yataklarının yanına koydukları oturaklara tuvaletlerini yapıp, sabah bu dışkıları pencereden dışarıya savurmaları neticesinde salgın hastalığın artmasıyla şehir dışına taşınmış. Hele bir gün Saint Malo sokaklarında yürürken bir evden lazımlığın Cartier'nin soylu eşi Catherine'nin başından aşağı boşaltılması neticesiyle Saint Malo'nun surlarının dışına taşınmaları kararını acilen almışlar. Bu eve taşınmasının diğer bir nedeni de Cancale ile St.Malo arasındaki deniz trafiğini gözleyebileceği bir evede oturma isteğiymiş. Evleri ısıtmada problem yaşandığından o dönemde evlerin kuzeye bakan duvarlarında hiç pencere bulunmazmış. Alışık olunmadığı halde yatak odasının kuzeye cephe duvarına bir pencere açtırmış Cartier deniz trafiğini geözleyebilmek adına. Müzede gezerken diğer bir pencerenin yerle birleşimine bir delik açılmış olduğunu görüyoruz.


O duvardaki delikten binanın dışına, cephesinden aşağıya akıyordu demek dışkılar. Ay, ne iğrenç.



Cartier bu bölümü büyük olasılıkla tuvalet olarak kullanmış. Duvarda 14. hatta 15. yüzyıla tarihlenen haritalar var. Odanın oarasındaki dünya şeklindeki globeda ilk göze çarpan Amerika Kıtası'nın olmadığı. Demek ki 1492 yılı öncesine tarihli bir globe bu. Kristof Kolomb'un Yeni Dünyayı keşfinin üstünden tam 43 yıl geçmesine rağmen dünyanın son keşifler dahil haritası daha dünyaya dağılmamış demek ki. Eh o zaman internet te yok ki hapşırsan dünyanın öteki ucundan duyulsun. Bu harita ve bu globedaki bilgiler eşliğinde Cartier 1535 yılında ilk keşif yolculuğuna hep batıya giderek Asya'nın doğusunu bulmayı amaçlarayak çıkıyor. Ancak Asya yerine Kanada kıyılarını keşfediyor.





Cartier'nin yatak odası bölümüne geçiyoruz. Her odada olduğu gibi bu odada da büyücek bir şömine. Yatağı sanki pigmeler için özel üretilmiş, minicik. Yatağa boylu boyunca uzanmanın ölüm pozisyonu olduğunu düşündüklerinden o dönem insanları yatakta oturur pozisyonda uyurlarmış. Tavandan geçen ahşap purteller orijinal ve gemi purtelleriyle aynı. Merdivenin üstündeki çatıya baktığımızda görüntü bir geminin iç cephesinin görüntüsü. O dönemde ahşap işleriyle uğraşanlar genelde gemilere çalışırlarmış.



Alt kata iniyoruz. Cartier sanırım mutfakta vakit geçirmeyi seviyormuş. O ne güzel, o ne sıcak bir mutfak. O dönemde ocak kullanılmıyor, köşedeki o kocaman şöminede pişiriliyor yemekler. Uzun bir masanın sağ ve solunda iki bank. Üstünde gemiden getirilip tavana monte edilmiş ahşaptan kaşık kabı. O dönemde yemek yemek için sadece kaşık kullanılırmış. Geçmişi 16.yüzyılda Venedik'e uzanan çatalı Fransız kralları bile uzun bir dönem çatalla yemek yemeyi çok feminen buldukları için reddetmişler. Kaynaklara göre çatal kullanımı 1750 yılına gelinceye yaygınlaşmamış. Din adamlarından bazıları için, çatal kullanmak gereksiz ölçüde gösterişli bir hareketmiş. Piskoposlar, Fransa'da misafirliği sırasında yemeğini çatalla yiyen Bizanslı bir prensesi uluorta azarlamışlar bile. Oysa prensese göre, kraliyet ailesine mensup biri olarak yemeğe eliyle dokunmamak Bizans sofra adabının bir gereğiymiş. Rönesans boyunca keşifler, yolculuklar, fetihler sayesinde Avrupalılar yabancı kültürler, âdetler, görgü kuralları ve düşüncelerle tanışmış. Cartier'in mutfağına dönercek olursak eğer o mutfağa da henüz çatalın uğramadığını, herkesin zimmetli bir kaşığı olduğunu görüyoruz.



Avluda bu yaşam alanı binadan başka bitişik nizam hayvanların barındığı iki bina daha var.



Bu akşam Jacques Cartier'in minik şatosundaki ışık gösterisine davetliyiz. Umarım hava muhalefet etmez ve güzel bir akşam olur. Ben de fotoğrafları bu anları sizlerle paylaşabilirim.

1 yorum:

Demet dedi ki...

Kaşık meselesi kafama takıldı arkadaşım. Demek istediğim, tek kelimeyle "inaılmaz"! Bir kaşık için değer mi yani zimmete falan geçirmeye?
Vah vah! Bunların hali bizden de içler acısıymış!... (Olsun, yine de kaşıkların tasarımları seyretmeye değer)