Bir önceki seyahatimizde Etopya'nin kuzeyinde Axum ve Lalibela'yi gezmistik. Geçen haftaki seyahatimizde ise bu sefer Bahir Dar ve Gondar'i ziyaret ederek kuzeyini bitirdik Etopya'nin. Darisi güneyine, Etopya'nin tüm etnik gruplarinin halen yasadigi Omo Vadisi'nin basina.
Etopya ile ilgili bir yazi dizisine baslamistim "Insanligin Besigine Yolculuk" basligi altinda.
Bu yazi dizisine Bahir Dar ve Gondar'la devam etmeden önce Etopya ile özdeslemis kahveden bahsetmek istiyorum. Asagidaki satirlari Angola'da yasarken blogcu'daki "Angola ile tanismak ister misiniz?" baslikli blogumda yayimlamistim.
Buyrun okuyun kahve ile ilgili gerçekleri;
Geçmisi bin yil öncesine dayanan kahvenin tarihi de lezzeti kadar hayli zengin. Kahve'nin ilk olarak Brezilya ve Yemen'de üretildigine dair inanis hayli yaygindir halk arasinda. Hatta kahvemizi uzun süre bekledigimizde esimize, dostumuza "Kahveler nerede kaldi? Yoksa Yemen'den mi geliyor?" diye çok kereler takilmisizdir. Hep "Yemen'den gelir" denilen kahve, aslında Habeşistan (şimdiki Etopya) kökenli bir bitki. 1000 yıllarında kahve sadece Habeşistan’da biliniyor ve kullanılıyormus, ama bir içecek olarak değil, yiyecek olarak. Önce fırında kavruluyor, sonra değirmende çekilerek un haline getiriliyor ve yağla yoğrularak yapılan hamur, ekmek gibi şekillendirilerek tekrar fırına veriliyormus. Yoksul halk gününü bir somun kahve ekmeğiyle geçiriyormus o dönemde. Kahvenin içecek olarak kullanılmaya başlaması 15. yüzyıllın ortalarına denk geliyor. Savaşçılara enerji vermek için de kullanıyorlarmis kahveyi. Milattan sonra 11. yüzyıl civarında Etopyalılar kurutulmuş kahve çekirdeklerini suda mayalandırarak bir tür şarap da üretmisler. Kahvenin ilk kez sicak içecek olarak kullanimina ayni donemde Arap Yarımadası’nda baslanmis. Kahve dünyaya Afrika kitasindan yayilmis. Kahvenin uyarıcı etkileri eski zamanlarda bir tür dinsel güç olarak algılanırmis. Mistik bir anlam yüklenen kahve içeceği rahiplerle ve hekimlerle özdeşleştirilmis. Bu büyülü çekirdeğin keşfine yönelik iki yaygın efsanenin doğmasına bu nedenle şaşmamak gerek. Bir efsaneye göre; Etopya'da Kaffa sehrinde bir manastirda yasayan din görevlileri bir bitkinin tohumlarini yediklerinde keçilerin canlandigini gözlemlemisler ve bu bitkiyi kendileri de kaynatip içmeye baslamislar. Böylece bütün gece süren ayinlerinde uyanık kalabiliyorlarmis. Aslinda kahveyi ilk kesfedip, müptelasi olanlar keçilermis.İkinci efsaneye göre; bir Müslüman derviş düşmanları tarafından kentten çöle sürülmüs. Güneş, susuzluk ve açlıktan ölmek üzere olan dervişe gaipten gelen bir ses yakınındaki bitkinin meyvelerini yemesini söylemis. Elindeki son suyla kahve çekirdeklerini ıslatan derviş bunları çiğnemeyi başaramayınca ıslattığı suyu içmis ve bir anda gelen kudreti Tanrı’nın bir işareti olarak yorumlayip, her şeye rağmen kentine dönerek inancını yaymaya baslamis. Ismini bulundugu yer olan Kaffa'dan alan bu bitki daha sonralari degisik dillerde kahve/coffe/kaffee/café/koffie/kawa/cafea/kophe/kafei/kava/kohi, vs olarak adlandirilmis. Tüm lisanlarda üç asagi bes yukari benzer kelimeler kahveyi ifade etmekte. Orta Cag'in sonlarina dogru Kaffa'dan Yemen'e ve Mekke'ye götürülen kahve haç görevlerini yerine getiren müslümanlar tarafindan kendi ülkelerine götürülmüs ve böylece kahve dünyayla tanisip, yayilmaya baslamis. Osmanlı İmparatorluğu Yemen’e doğru genişledikçe, Osmanlılar kahveyle tanışmislar ve onu ilk kez ateşte kavrulduğu yer olan Türkiye’ye götürmüsler. 1550 yılında, ilk kahvehane İstanbul’da açılmis. Ve kısa sürede kahvehaneler, insanların biraraya gelerek kahve içtikleri, tartıştıkları, fikir alışverişinde bulundukları ve iş konuştukları mekanlar durumuna gelmis. Starbucks'in da fikir babalari bizler oluyoruz bu durumda. Kahvenin yolculuğunda bir sonraki adım, Venedikli tacirlerin 1615 yılında, ilk kahve tohumlarını İstanbul’dan Venedik’e götürmeleriyle gerçekleşmis. Böylelikle İtalyanlar’ın asla vazgeçemedikleri kahve tutkuları da başlamış. Bugün İtalya’da günde 38 milyon fincan kahve tüketildiği söylenmekte. 1683’teki Viyana kuşatması sırasında, Osmanlılar arkalarında çuvallar dolusu yeşil kahve tohumu bırakmışlar. Viyanalılar ilk başlarda bunun deve yemi olduğunu düşünmüşler ama kuşatma boyunca Türkler’i izleyen gizli ajanlar, bu tohumların gerçek öyküsünü bildikleri için, kısa sürede “Türk içkisi” içilmeye başlanmış. Viyana’da görevli olan Fransız devlet bakanı Talleyrand kahve için şunları söylemiş:“Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, melek kadar saf, aşk kadar da tatlı.”Angola'nın Portekiz kolonisi olduğu 16. yüzyılda Avrupa yeni yeni kahve ile tanismaya baslamis. Portekizliler Angola'ya ilk ayak bastiklarinda bu ülkenin petrol ve elmas gibi dogal zenginliklerinden bihaber, kahve üretiminin o dönemde bu ülkede hayli yaygin oldugunu görüp buradan Portekiz'e kahve ticaretine baslamislar. Günümüzde Angola ekonomisinin miheng taslari olan petrol ve elmas kahvenin tahtini elinden almis. Portekiz ile yasanan bagimsizlik savasi ve sonrasindaki etnik savas sirasinda kahve üretimi önemli ölçüde sekteye ugramis Angola'da. Etnik savas sirasinda politik partiler kahve üreten çiftlikleri ele geçirmisler. Bu dönemde çiftçiler bu politik partiler adina kendi çiftliklerinde isçi olarak devam etmisler çalismaya. Baris elde edildikten sonra da üretim yapacaklari ne topraklari ne de maddi olanaklari oldugundan kahve üretimi önemli ölçude sarsilmis. Uygun iklim ve uygun topraklar olmasina ragmen günümüz Angola'sinda kahve hemen hemen üretilmiyor denilebilir.Kahve üretimini yeniden canlandirmak amaciyla Angola hükümetinin köylünün elinden biran önce tutmasi dilegiyle.
Kahve çiçegi ve kahve çekirdegi
Sizin kahvenizi nerden tercih edersiniz?
Ben sade bir Türk kahvesi rica edeyim...