26.7.11

Yok Afyon'la alakası, bu Fransa'nın Dinard'ı


Yakın tarihimize bir göz attığımızda Dinard'a ilk yerleşip, o güzel evleri inşa edenlerin Dinard'a 10 km kadar uzaklıktaki Saint-Malolu denizci tacirlerin olduğunu görüyoruz. Bu muhteşem evlerden sadece birkaçı günümüze kadar ulaşabilmiş. 19.yy'da Amerikalı ve İngiliz aristokratların favori yazlık mekanı olan Dinard'da bu sefer deniz kenarına yamaç kayalıkların üzerine nefes kesen villalar ve "Le Grand Hotel" gibi lüks oteller inşa edilmeye başlamış.

Eski blogum "Angola ile tanışmak ister misiniz?"de Dinard'ın Dünü/Bugününü fotograflarla anlatmıştım. Merak edenler bir zahmet tik, tik.

19.yy sonlarına doğru kıyılara muhteşem evler inşa eden İngiliz zenginleri arasında zaman içinde hayli popüler olan Dinard, kısa süre içinde Avrupa'nın en popüler yazlık mekanı olarak ün kazanır. Jet sosyetenin ilgisinin yaz aylarında Cote d'Azur'a kaymasıyla 1930'lu yıllarda eski önemini kaybetse de günümüzde Dinard Fransız cazibesinden hiçbir şey kaybetmeden, Fransa'nın en gözde İngiliz yazlık mekanı olmayı sürdürmekte.

1879 yılına kadar şehrin asıl adı Saint-Enogat'ydı. 1879 yılında ismi Dinard-Saint-Enogat olarak değiştirildi. 1921 yılında ise şehrin adı son şeklini alarak Dinard olarak anılmaya başladi. Şehrin en eski yerleşim bölgesi Saint-Enogat günümüzde şehrin batısında minik bir mahalle olarak görkemli evleriyle o eski günleri yaşatmakta. Her Agustos Saint-Enogat meydanında "Saint-Enogat en peinture" adı altında çevre sanatçıların katıldığı günübirlik bir sokak sergisi düzenlenmekte. Geçen sene Dinard'dayken bu sergiye rastlamış ve seneye buradaysak eğer ben de bu sergiye katılmalıyım diye düşünmüştüm. Dinard Belediye'sine başvurduk, katılmak istediğimi bildirdik. Onlar da kabul ettiler. Bu sene 7 Ağustos'ta gerçekleştirilecek sergi için çalışmalarımı ta Nairobi'den yüklenip getirdim. Umarım güneşli bir gün olur, bol bol fotograf çeker blogumda yazarım.

Dinard ve çevresine dönecek olursak......
Manş Denizi'nin Gulf Stream/Golfstrim Akıntılarına maruz kalan Dinard'ın çevre şehirlerden daha ılıman bir havası var. Dinard sahildeki Yat Klübü etrafinda tropikal bitkilerin ve palmiye ağaçlarının varlığı da bu ılıman havanın adeta bir kanıtı. Yaz aylarında korsanların şehri Saint Malo'nun eşsiz silüetine karşı Dinard sahilinde ay ışığı ve klasik müzik eşliğinde yapılan yürüyüşe yaz akşamları doyum olmaz.
Tavsiye edebileceğim oteller;
Lacivert beyaz çizgili tenteleriyle ünlü plaj Prieuré'e kuşbakışı bakan, korsanların sehri Saint-Malo'ya cephe Grand Hotel Barriere Dinard'ın en özel otellerinden biri. Hotelin terasında oturmuş anasonlu bizim ulusal içkimiz rakıyla benzerlik gösteren Fransızların içkisi pastisinizi yudumlarken Manş Denizi'nin ya med ya da cezirine denk gelirsiniz.
Ya deniz uzaklardan kıyıya doğru hızla yaklaşmakta ya da hızla uzaklaşmaktadır. Deniz yüksekken yüzen yelkenliler deniz çekildiğinde boynu bükük, sahipsiz kumların üzerinde yan yatar. Fonda korsanların şehri Saint-Malo, elinizde pastis bardağınızla denizin ayın çekim gücü karşısındaki dansını seyrederken kendinizi hayal edin. Ha, fonda da klasik bir müzik. Ne dersiniz? Görmeye değer değil mi?









Dinard Casino/Kumarhanin hemen yanındaki Royal Otel de önerilebilecekler arasında. Casino demişken, biz eşimle hiç kumara meraklı değilizdir. Las Vegas'a gidip de kumar oynamayan tek kelaynak benimdir herhalde. Neyse, dün akşam restorandan çıktık Dinard'da dolaşırken Casino'nun önünden geçiyorduk. İçerideki ambiyansı merak ettiğimden hadi dedik bir girelim içeri. Ehliyetim vardı sadece yanımda. Ehliyeti burada kimlikten saymıyorlarmış, ya nüfus kağıdı ya da pasaport gerekiyor içeri girmek için. Eh, bir dahaki zamana.


St. Enogat'daki Dinard Thalassa Avrupa'daki deniz suyu ile terapi konusunda önde gelen terapi merkezlerinden biri. Eh, deniz suyundan mıdır ne hayli tuzlu :-).

Bir de konukseverlik konusunda hiçbiriyle kıyaslanamayacak eş dost için La maison de Letaconnoux var :-).

Yaz aylarinda popülasyonu 10.000'den 40.000'e kadar yükselen, kuzeyin Cannes'i olarak ünlenen Dinard'i tarih içinde birçok ünlü ziyaret etmiş. Kim mi bu ünlüler? Mesela Joan Collins Dinard'i sıkça ziyaret edenler arasında. Winston Churchill Rance Nehri kenarında tatillerini geçirirmiş. Diğer bir Dinard hayranı Alfred Hitchcock'un beyaz, lacivert çizgili tenteleriyle ünlü Plage de l'Écluse / Ecluse Plaji'na tepeden kuşbakışı bakan bir vïllada ünlü filmi Psycho'yu çektiği rivayet ediliyor. Hitchcock'un Dinard Ecluse Plajı'ndaki heykelini ilk gördüğümde şaşırmıştım. Arabistanlı Lawrence'ın çocukluğu Dinard'da geçmiş. Picasso 1920'lerdeki eserlerini Dinard'da vermiş. Debussy "La Mer/Deniz" isimli orkestral eserini 1902 yılında Dinard'dayken Manş Denizi'nden esinlenerek yazmış.

Direktörlüğünü Kun Woo PAIK'in yaptığı Uluslararası Klasik Müzik Festivali'nin 22.si 5 Agustos'da bedava bir konserle kapılarını klasik müzik severlere açıyor. Festival 21 Ağustos'a kadar devam edecek. Her yıl Ekim ayının ilk haftasında İngiliz Sinema Festivali'ne de ev sahipliği yapıyor Dinard.

Biz her yaz yaklaşık bir ayımızı Dinard'da, evimizde geçiriyoruz.

Bu tanıtım yazısının ardından Dinard ve civarını gezmeye, gezdikçe de yazmaya devam edeceğim.

Şimdilik hoşçakalın.

23.7.11

Geçiyordum uğradım...

Normal koşullarda 22'si dün Yves ile birlikte THY ile Nairobi'den İstanbul'a gelip oradan da Paris'e geçecektik yaz tatilimiz için. Ancak Fransız vatandaşlık belgelerimi Nairobi Fransız Büyükelçisi tarafıma makamında verirken bir belgenin eksik olduğunu, onu en kısa süre içinde tamamlamam gerekliliği tarafıma söylendi. Durum böyle olunca ben de biletimi iki gün önceyle değistirip hem eksik evrağın peşine düşmek hem de iki gün çok özlediğim İstanbul'um ve arkadaşlarımla hasret gidermek üzere yollara düştüm. 20'si Nairobi'den sevgili arkadaşım Nihan İstanbul'dayım ben seni karşılarım alandan dedi. Sağolsun sabahın köründe düşmüş yollara beni karşılamak için. Eksik belgeyi hemen alabilirim umuduyla Kadıköy Evlendirme Dairesinin önünde durduk ancak orası beni Kadıköy Nüfus Müdürlüğüne havale etti. Nüfusa gitmeden önce bavulları eve bıraktım ve hiç vakit kaybetmeden Nüfus dairesinin yolunu tuttum. Daha evrağı alıp, çevirisini yaptırıp noterden de çeviriyi tasdik ettireceğim. Nüfusda bana evrağı hangi kuruma vereceğimi sordular. Ben de Nairobi Fransız Konsolosluğu'na vereceğimi söyledim. Evrağı elime aldığımda görevli hanımı neredeyse alnından öpüyordum. Türkçe evrakta Fransızca tercüme de mevcuttu. Şu AB uyum döneminde anlaşılan birçok şeyi aşmışız. Bu durumda tercümeye ve ona bağlantılı noter tasdike gerek kalmadı.



Eniştem ve bir arkadaş akşama, Suada'ya Ayhan Sicimoğlu'nun latin gecesine gitmek üzere sürpriz program yapmışlar. Bir akşam önce uçakta hiç uyumamışım kim takar, tabi ki reddetmedim hatta zaman zaman pistte yerimi bile aldım. Çok keyifli ama bir o kadar da sıcak, nemli bir akşamdı. Gece yarısını hayli geçe nasıl uyuduğumu bilemedim. Ertesi sabah kıyafet ve D&R'dan kitap alış verişimi yaptım. Tam laptop'ıma external bağlanacak bir Türkçe karakterli klavye arıyordum ki arkadaşım Murat arayıp tam istediğim gibi bir klavye bulduğunu ve aldığını söyledi. O iş te halloldu mu böylece. Öğleden sonra arkadaşım Burcu'ya gidip özlem giderdik. Murat Burcu'ya getirdi klavyeyi, orada denedik çalışıyordu. Klavyem ve tüm ganimetlerimle eve geldim üstümü akşam için değişmek üzere. Bu arada klavyeyi benim laptopla denediğimde ilk başta çalışmadı. Bir kaç yerde tanımladıktan sonra sonuç ortada artık Türkçe karakterlerle yazı yazabiliyorum. Teşekkürler Murat.



Öğleden sonra Nihan ile caddede buluştuk, bir kafede keyifle çene çaldık. Ardından klübe geçip barında yemek öncesi aperatif aldık. Sohbet, muhabbet yine gece yarısını hayli geçmişti eve döndüğümde.



22'si sabah 11'de Atatürk Havalimanı'nda Yves ile buluştuk. Uzun zamandır tamiratta olan CIP salonuna geçtik uçuşumuzu beklerken. Salon için yorumum "O NE ABARTI!" Hani sonradan görmeler ellerindeki parayı nereye nasıl saçacaklarını bilemezler. Bence aynı hesap. Nedir o tuvaletlerde ki abartı hele? Klozette otururken sağınız solunuz ayna. O iki taraflı aynalardaki görüntüleriniz birbirinin içine geçerek çoğalıyor. Bu kadar para döktünüz bari bir de su aksa tuvaletlerde harika olacak. Türkiye'nin imajı için inanın gösterişten çok temizlik daha önemli.Neyse!



Paris'e vardığımızda Dinard'daki evimize gidebilmek için bir araba kiraladık. Arabayı teslim aldığımızda Yves'in şirketiyle anlaşması olan Hertz'in aracı Chevrolet'in son modeli bir makam arabasıyla upgrade ettiğini görünce hayli şaşırdık. 22'si akşamı Paris'de geceledik. Uzun zamandır hayalimiz olan bir couscous (kuzeyAfrika yemeği) restoranının yolunu tuttuk.



Bu sabah Yves'in Mayıs ayında Paris'deki toplantısı sırasında satın aldığı motosikletini teslim almaya gittik. İşlemler yaklaşık 2.5 saat sürdü. O motoruyla önde ben makam arabamla arkada Paris'den Dinard'a yaz tatilimiz için yola koyulduk. Hava kapalıydı. Arada yağmaya başladı. Benim ileriyi gören kocam motosikleti teslim alırken kendine bana kask, eldiven haricinde kıyafetin üstüne giyilen yagmurluk üst ve pantalon almıştı. Yağmur hafif çiselemeye başladığında motorunu hemen emniyet şeridine çekip, motorun arkasındaki kutudan yağmurluklarını çıkartıp giydi. Yola devam. Yol yaklaşık 5 buçuk saat sürdü. Eve yaklaştığımızda bende pil bitmek üzereydi. Nairobi İstanbul uçuşunda uyunmamış bir gece üzerine iki gece eller havaya şeklinde İstanbul gecelerine akınca bu yorgunluk hali çok normal. Yves'in yorumu 'Eh artık 20 yaşında değilsin!" oldu. O da haklı da, ben de haklıyım ama. İstanbul'a sadece 2 günlüğüne gelince sanırım biraz buldumcuk oldum.






Bizim için yaz tatili biraz hızlı başladı bu sene. Adı yaz tatili ama Fransa'daki bu hava durumuyla sanki sonbahar tatili. Şikayetim yok. İstanbul'un kavurucu sıcağından sonra limonata gibi geldi burası.

















Motosikletle yapmayı düşündüğümüz gezilerde buluşmak üzere.


Hoşçakalın...


İki sweatshirt üstü mont, onların da üstüne giydiği yagmurlukla koca göbiş, obez görüntülü Yves pek hoşuma gitti :-)...

19.7.11

Hindistan nire? Karaçi nire?

"Dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olmasına rağmen, yoksulluk Hindistan’da on milyonların kaderi haline geldi. Ülkenin finans merkezi olarak gösterilen ekonomi ve turizm kenti Karaçi sokaklarında çöplerden pirinç ayıklamaya çalışan kadının fotoğrafı, bu acı gerçeği gözler önüne seriyor.Karaçi sokaklarındaki yoksul insanların görüntüleri, Hindistan’ın vazgeçilmez sorununun devam ettiğinin en büyük göstergesi. Nüfusu 1 milyar 350 milyon olan ülkede, 500 milyondan fazla insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Kırsal alandaki altyapı yetersizliği, yağmurların kıt olduğu iç bölgelerde çiftçilerin belini kırarken, şehirlerdeki yüksek işsizlik oranı gençleri çaresiz bırakıyor.

Hükümetin yoksul kesimlerde başlattığı eğitim programlarına rağmen, yarım milyar insanın günde bir buçuk doların altında bir parayla geçinmek zorunda."





18 Temmuz 2011 Hürriyet Planet'te yer alan yukaridaki makalede Hindistan'in finans merkezi olarak gösterilen ekonomi ve turizm kenti Karçi'den bahsediliyor. Hindistan nire, Karaçi nire? Karaçi Pakistan'in bassehridir Hindistan'in degil a bilgisizler.Madem gazeteci oldunuz dogru bilgi vermekle yükümlüsüz okurlariniza. Makale yazmadan önce en azindan cografya bilginizi lütfen gözden geçirin...

18.7.11

2011 Fransa Bisiklet Turu / Le Tour de France 2011

1645 yilinda ilk bisiklet patenti Fransız Jean Theson'a, iki kişinin oturarak hareket ettirdiği dört tekerlekli küçük bir alet yaptığı için verilmis. 1690 yılında Fransız asilzade Sivrao Kontu tarafından, iki tahta tekerleği olan ve "celenfer" adı verilen pedalsız bir bisiklet yapılmis. Daha sonra tahta tekerleklerin yerle temas eden yüzleri demir çemberle kaplanmis; fakat bu durum süspansiyon sağlamadığı için hızın azalmasına yol açmis. İskoç Kirk Patrik McMillan'ın 1839 yılında pedalı bulmasıyla bisiklet bugünkü görünümüne kavuşmaya başlamis. 1868'de ise tekerleklerin sert lastikle kaplanıp demirin çıkartılması sayesinde sürat artmis. Deneme niteliğindeki ilk bisiklet yarışı, 1868'de Saint Cloud'da yapılmis. Bu yarışı İngiliz James Moore kazanmis. Günden güne gelişme gösteren bisiklete bağlananların sayısı da çoğalmıs ve 1881'de "Fransız Bisiklet Federasyonu "kurulmus. Daha sonra zincirli aktarma sistemi ve havalı lastiğin bulunmasıyla bisiklet bugünkü şeklini almıs. Çağdaş koşullara uygun ilk mukavemet yarışı 1890 yılında Fransa'da yapılmıs. 1891'de ise uzun etaplı turların ilk örneğini oluşturan Bordeaux-Paris yarışı, onu takiben de Paris-Brest-Paris yarışı düzenlenmis. 1903 yılında düzenlenen ve yarışmaların en büyüğü olan Fransa Turu'nun Henri Desgrange ve L'Auto dergisi tarafından gerçekleştirlmesi bisiklet sporu için önemli bir atılım olmus. Yani 19.yüzyilin başlarından itibaren bisiklet, önemli bir ulaşım aracı olması yanında tüm dünyada spor amacıyla da kullanılmaya ve üretilmeye başlanmıs.

ABD'de 1878'lerde başlayan bisiklet yarışlarının yaygınlaşması sonucu 1912'de Amerikan Amatör Bisiklet Birliği kurulmus ve birlik ABD'deki amatör yarışların yönetimini üstlenmis.

20.yy'ın ortalarına doğru ABD ve İngiltere'de otomobillerin yaygınlaşması ile bisiklet yarışlarında bir gerileme görülmeye başlanmıs; fakat zamanla ilgi tekrar artmıs.

Her yıl, bisiklet yarışlarının her dalında ulusal ve dünya şampiyonlukları yarışmaları yapılmakta. Bu şampiyonaların en önemlisi ve en zorlusu, 21 etap üzerinden 2474 millik parkurda düzenlenen "Fransa Bisiklet Turu/Le Tour de France".

1900 yılında kurulan FICA'nın (Federation International Amateur de Cyclisme/Uluslararası Amatör Bisiklet Federasyonu), 1993 yılında yapılan kongrede kendini fesh etmesiyle Uluslararası Bisiklet Federasyonu (UCI), bu sporun tek kuruluşu haline geldi. Böylece uluslararası yarışları düzenlemek, kategorileri saptamak ve dünya şampiyonalarının yerini ve zamanını belirtmekle yetkili tek kurum UCI oldu.

Bisiklet Turu bisiklet sporu'nun en prestijli yarişidir. İlk olarak 1903 yılında yapılan yarış zamanla sporun en önemli organizasyonu haline geldi. Özellikle 1960'lardan sonra popülaritesi iyice artan tur, son yıllarda uluslararası niteliğini pekiştirdi. Artık Fransa Turu'nun etapları, Benelux ülkeleri, İtalya ve İsviçre'yi de kapsayacak şekilde düzenleniyor. ZDF, Eurosport, Rai Sport gibi dünyanın önemli spor yayıncılarının üç hafta boyunca canlı olarak ekrana getirdiği Fransa Bisiklet Turu, yıllık spor organizasyonları arasında en fazla izlenen spor yayınları arasında bulunmakta.

Fransa Turu'nu en çok kazanan isim, 2005'teki üst üste 7. şampiyonluğunun ardından sporu bıraktığını açıklayan Amerikalı pedal Lance Armstrong.


2011 Fransa Bisiklet Turu'nun ilk etabi Fransa'nin batisi, Bordeaux'un kuzeyi, Mont des Alouettes Les Herbiers'de 2 Temmuz tarihinde basladi. Tur 3 hafta boyunca haritada gösterilen parkur üzerinden devam etmekte. Bisiklet dünyasının en prestijli ve zorlu organizasyonu olan Fransa Bisiklet Turu 24 Temmuz'da Paris'de son bulacak.


Bakalim bu sene kim kazanacak?



Bisiklet sadece spor degil ayni zamanda ulasim adina da cok önemli bir yer teskil ediyor Fransizlarin hayatinda. Birçok büyük sehirde ulasimi kolaylastirmak adina belediyeler hemen hemen her metro çikisina bisiklet kiralama sistemlerini monte ettiler. Hava kirliligini önlemede ve büyük sehirlerde her geçen gün artan tasit trafigini azaltmada önemli bir adim. Paris'in cesitli bölgelerindeki 1451 duraktan, sehirde yasayanlar veya turistler istedikleri zaman abonman kartlariyla bisiklet kiralayabiliyorlar. Bisikleti kiralayan kisi, manyetik kart sayesinde bisikletini istedigi saatte baska duraga birakabiliyor. Bisikletleri kullanmak için saatine 1 Euro, haftaligina 5 Euro, yillik abonmanlik içinse 29 Euro ödeniyor.

Darisi Istanbul ve benzeri trafik problemini derinden hisseden büyük sehirlerin basina.

Not: 2003 yilinda, 60 yasinda emekli olup bundan sonraki hayatinda erkek kardesinin düzenledigi Tour de France'da aktif görev almayi planlayan, ancak evinde kalp krizi geçirerek hayata veda eden Nicole Nicole'ü düsündüm bu yaziyi yazarken. Ve, çok duygulandim. Mezarda emeklilik bosuna demiyorlar. O gülen yüzün halen gözümün önünde, o sen kahkahalarin halen kulaklarimda çinliyor Nicole. Huzur içinde yat...

15.7.11

SESAN Katalogu...

2010 senesi SESAN, Serbest Sanatçilar Katalogu'nda ben de bir sayfa ile yer almistim. Bu sene de aradilar 2011 katalogu için. Kendilerine tesekkür edip bu sene sanatsal anlamda pek fazla aktif olamadigimi belirttim. Yeni çalismalarimla yer alamadiktan sonra katalogda ne anlami var ki? Neyse 2012 senesi katalogu için simdiden sözlestik. 2010 katalogunda Afrika'dan esintili bir agaç baskim (Afrikali Kadinlar), bir akrilik çalismam (Manyok Ögüten Kadinlar) ve yagli boya resmettigim (Afrikali genç kiz) çalismam yer aliyor. Ortadaki Manyok Ögüten Kadinlar çalismam 2009 senesinde SESAN'in düzenledigi bir yarismada 400 çalisma içinden ilk 100'e seçilmis ve sergilenmeye hak kazanmisti. Nairobi'de oldugum için sergiye gitme sansim olmadi, ama çalismam sergide endam etti.


Daha önce hiç bahsetmemistim. Aklima geldi de...























13.7.11

14 Temmuz ve "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik"

Her sene 14 Temmuz'da Fransiz Devrimi veya diger adiyla Fransız İhtilali Fransa'da tüm sehirlerde coskuyla kutlanir. Paris'de 14 Temmuz'da ünlü magazalari ve sIk Fransiz kafeleriyle ünlü Champs Elysees geçit töreni için trafige kapatilir. Hükümet ve Fransiz Ordu ileri gelenler bu yolda defile yaparlar. Aksam havai fisekler Paris semalarini aydinlatir. Görülmege degerdir bu kutlamalar. Bizim Dinard'da da her sene 14 Temmuz civarinda bir aksam Mans Denizi kiyisinda klasik müzik esliginde havai fisek gösterisi yapilir. Cevre illerden insan seli Dinard'a akar. Her sene sahilin nasil kalabalik oldugunu bildigimizden ve park problemi yasamamak için esimle motosiklete atlar bu gösterilere gideriz. Dinard ile korsanlarin sehri St. Malo birbirlerine çephe olduklari için asla ayni günde yapmazlar kutlamayi. Birini kaçirdiniz mi ertesi gün ötekine gidebilirsiniz. Ya da Dinard sahilde hiç trafige girmeden St.Malo'nun essiz silüeti üzerindeki havai fisek gösterisini seyredebilirsiniz. Bu sene maalesef ne Paris, ne Dinard ne de St.Malo kutlamalarina katilabiliyoruz. Zira henüz bizim için yaz tatili baslamadi, halen Nairobi'deyiz. Fransa'ya ilk gidisim 1999 senesine rastliyor. Coca-Cola'da çalisiyorum ve Irlanda'da bir toplantiya gidiyorum. Irlanda'ya THY'in direkt uçusu olmadigindan ya Londra üstünden ya da daha önce görmedigim Paris üstünden uçmak durumundayim. Tarih tam 14 Temmuz'a denk geliyor. Hiç düsünmeden tabi ki Paris'den yana kullaniyorum seçimimi ve haftasonu Paris'deyim. Iki günlük bunaltici Irlanda toplantisindan sonra Paris çok güzel geliyor. Champs Elysees'nin hemen yan sokaklarindan birinde minik bir otele yerlesiyorum. Benim sansima 14 Temmuz hayatinin en soguk gününü yasiyor. Isi yaklasik 12 derece civarinda. Yaz oldugu için fazla donanimli degilim. Valizde ne bulduysam üstüme kat kat geçiriyorum ve kendimi Paris sokaklarina atiyorum. O zaman nereden bilebilirdim ki neredeyse hayatimin bir kisminin Afrika'da, bir kisminin Fransa'da, bir kisminin da Türkiye'de geçecegini. Paris ve kutlamalari çok etkileyiciydi.


Genellikle Afrika ile ilgili, arada sirada da Fransa ile ilgili yaziyorum. Aslinda uzun zamandir da pek yazmiyorum. Hazir Sarkozy beni Fransiz vatandasligina kabul etmisken 14 Temmuz'un Fransizlar için önemiyle ilgili bir yazi yazayim dedim.


Avrupa ve Batı dünyası tarihinde bir dönüm noktası Fransiz Devrimi'nin tarihçesine bir göz atalim.
(1789-1792) Fransız Devrimi veya diger adiyla Fransız İhtilâli sirasinda Fransa'da mutlak monarşinin devrilip, yerine cumhuriyet kuruluyor. Roma Katolik Kilisesi ciddi reformlara gitmeye zorlanıyor. Uzun zamandır güçlenen burjuvazi bu devrimle iktidarı mutlak bir biçimde ele geçiriyor. Fransiz Ihtilali ayni zamanda milliyetçilik akımını başlatan en büyük etken.



Bu dönemde bir evrim geçiren Fransiz halki bilinçlenerek sarayın, kralın, seçkinlerin denetiminden çıkmaya başliyor. Şehirlerde yaşayan pek çok burjuva büyük bir atılım içine giriyor. Kitaplar yaygınlaşiyor. Bağımsız yayıncıların çıkarttıkları gazete, bildiri ve broşürler, kitlesel bilinçlenmeye yol açıyor. Bu koşullar da beraberinde toplumsal değişim taleplerini olgunlaştiriyor.


Toprak sahipleri ve soylular, ayrıcalıklarını korumaya çalışmakta; bu sebepte burjuvaların soylu tabakasına geçmesini engellemeye çalismaktalar. Soylular statülerini koruma hevesindeyken, burjuvalar da ekonomik olarak güçlenmelerine rağmen toplumsal halklarda söz sahibi olamamaktan şikayetçiydi. Kırsal nüfus ise üzerindeki vergi yükünün hafiflemesini istemekteydi.


Devrimci düşünce, ülkede köklü yapısal değişikliklere gitmek gerektiğine inanan katmanlar arasında yayılmaya başladı. Merkezi otorite ülkenin içinde bulunduğu evrimsel süreci kavrayamamış ve eski yöntemlerle sorunları halletme yoluna yönelmişti. Oysa özellikle burjuva İngiliz devriminin etkisiyle geçici çözümler yerine kitlesel olarak İngiliz modelindeki gibi ‘parlamenter monarşi rejimi’ altında yönetime katılmayı arzulamaktaydı.


Bu aydınlanma döneminde filozoflarının etkisi de büyüktü. Aydınlanmacılar özgürlüğün tüm alanda olması gerektiği fikrini savunmaktaydilar. Mesela, Descartes, daha XVII yüzyilda aklın ve eleştirel zihniyetin üstünlüğünün altini çizmisti. Montesquieu ise, halkın kendi seçecegi vekiller aracılığı ile yönetilmesi gerekligini vurgulamisti. Voltaire'e göre kral, filozoflardan kurulu danışmanlar örgütüne uyarak topumu aydınlatmayı hedeflemeli, İngiliz modelini benimseyerek, parlamenter bir sistemin kapılarını açmalıydı. Rousseau ise, insanların doğuştan eşit olduğuna inanmaktaydi. Diderot ile d’Alambert ise yasa önünde eşitlik, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi talepleri savunmaktaydi.


Aydınlanma filozoflarının etkileri yanında İngiliz Halklar bildirgesi gibi metinler ve Amerikan Bağımsızlık Bildirgesindeki dile getirilen demokratik ilkeler ve liberal ekonomi fikirleri burjuvaları hareketlendirmişti. Fansızlar dışarıdan gelen fikir ve hareketleri içselleştirerek ihtilale zemin hazırlamışlardı.


Devrimden önceki yıllarda Fransız ekonomisi pek de parlak bir dönem yasamiyordu. Gelişen ticaret, savaşlar sebebiyle ekonomi gittikçe bozuldu. Köylü mahsulünden beklenen verimi alamamaya basladi ve buna bagli olarak büyük sehirlere göç basladi. Fakat şehirlerde de onları parlak bir yaşam beklememekteydi. Artan nüfusun ihtiyacını şehirler karşılayamaz duruma gelmişti. Gelenlerin işsizlik sorunuyla karşılaşması, istihdam olanağı bulamamaları dolayisiyla toplumsal sorularda artıs görüldü. Aslında Fransa’nın ekonomisi pek çok çağdaş devlete göre ileri sayılmaktaydı; fakat önceki dönemlerle karşılaştırıldığında görülen fark edilir gerileme halkı panige itmisti. Halkın içinde bulunduğu ekonomik sorunlar dolayisiyla devletin en önemli gelir kaynagi vergilerin sekteye ugramasi hazineyi büyük bir bunalima sürükledi. Uzayan savaş maliyetlerinin da buna eklenmesi, bir de saray masraflarının aşırılığı sebebi ile devlet iflasın eşiğine gelmişti. Bu sebepten kral vergilerin arttırılması ve yeni vergilerin konmasına karar verdi. Halktan hem önceki vergileri toplayamayip hem de yeni vergiler koymak hiç de akil kari degilmis hani.

Orta sınıftan halk, özellikle varlıklı sınıflar, monarşiye karşı savaş açtılar. Bir anayasayla monarşinin yetkilerinin sınırlandırılmasını, iç gümrük duvarlarının kaldırılarak iç ticaretin serbestleştirilmesi, vergilerin yeniden düzenlenmesi ve yönetimde daha fazla hak elde etme talebinde bulundular.

Bu talepleri o dönemin krali Louis XVI kabul etmedi. Orta sınıf, peşine halktan diğerlerini de katarak 14 Temmuz 1789 günü Bastille hapishanesine saldırdı. Hapishane ele geçirilen mahkumlar serbest birakildi. Bu genel ayaklanmanın ardından (1791) yılında bir kurucu meclis toplandı ve İnsan ve Yurtdaş Hakları Bildirisi yayınladı. Ardından da ulusal egemenliğe dayanan bir anayasa hazırlayarak monarşinin yetkilerini sınırlandırdı. Bu anayasa, halk tarafından seçilecek bir parlamentonun yasama ve yürütme yetkilerini kralla paylaşmasını öngörmekteydi. Kanunları hazırlamak, bütçeyi tasdik etmek ve hükümetin icraatını kontrol etmek görevleri meclise verildi. Ayrıca İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'nin esasları uygulamaya konuldu.


Fransa’da ortaya çıkan, insan haklarından, eşitlikten ve özgürlükten yana bu düşünce hareketinin tüm Avrupa’ya yayılması ve mevcut monarşilerin geleceğini tehdit etmesi kaçınılmazdı.


XVI. Louis, yetkilerinin sınırlanmasına razı olmakta direndi. Ayrıca o tarihlerde Fransa’da liberal aristokratlar yoktu, hepsi tutucuydu ve eski düzenin geri gelmesini istiyorlardı.


Bu durumda hem kral hem de soylular, Habsburg hanedanından imparator II. Leopold’e güveniyorlardı. II. Leopold, 1791 yılında, diğer Avrupa devletlerince de desteklenecek olursa, Fransız Devrimi'ne karşı askeri güç kullanılabileceğini duyurdu. II. Leopold, aynı zamanda Fransa kraliçesi Mari Antoniette’nin de kardeşiydi.


Kralın mutlakıyet idaresini yeniden kurmak için içerde isyan çıkartması, dışarıda ise Fransa'nın düşmanlarıyla işbirliğine gitmesi sonucu, 1792'de cumhuriyet ilan edildi.


Fransız Devrimi cumhuriyeti ilan etmek isteyen bir çok ülkeye örnek oldu.

21 Ocak 1793'te dış güçlerle ittifak yaptığı için bir süredir tutuklu bulunan kral XVI. Louis idam edildi. Fransa Kraliçesi ve Avusturya arşidüşesi Kutsal Roma İmparatoru I. Franz ve eşi Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa'nın kizi Marie Antoinette de 16 Ekim 1793'te vatan hainliği suçundan giyotinle idam edildi.


Paris'de Île de la Cité'nin batisinda, Notre-Dame Katedrali'nin yakininda yer alan, binanin disindaki kocaman duvar saatine hayran oldugum eski saray Conciergerie Ihtilal döneminde soylular için hapishane olarak kullanilmis. O dönemde Marie Antoinette de dahil yüzlerce mahkum Conciergerie'den alinip giyotinle infaza götürülmüs. Conciergerie'nin duvarlarinda mahkumlarin isimleri panolara yazili. Hücreleri de aslina sadik kalinarak korunmus. Marie Antoinette'in hücresi yazi masasi, özel yatagi ve muhafiziyla en konforlulardan biriymis anlasilan.
Yazima "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" anlamına gelen 1789 Fransız İhtilali'nin simgelerinden "Liberté, Egalité et Fraternité" sözleriyle son veriyorum.

12.7.11

Son günlerin özeti...

Bir önceki postumdaki resmim "Reclining Lady" gibi yan gelip yattigimi sanmayin sakin . Sadece vakit bulup da iki kelime yazamadim.

Neler mi yapiyorum?

7 Agustos'da Fransa'nin kuzey batisi, Dinard'in en eski mahallesi St.Enogat'da günübirlik bir sokak sergisi olacak. Ben de katiliyorum. Geçen sene Agustos basi Dinard'dayken denk gelmis ve seneye buralardaysak neden ben de bir kösede çalismalarimla yer almayayim diye düsünmüstüm. Dinard Belediye'sine basvurdum, kabul ettiler ve bu sene ben de oradayim. Iste yogunlugumun bir kismi bu sergiden geliyor. Buradaki çalismalarimin sergiye hazir hale getirilmesi ve nasil nakledileceklerinin planlanmasi. Sergide "Reclining Lady" dahil 5 resmim, 20 baskim ve yaklasik 50 adet fotografim yer alacak. Heyecanliyim, minik de olsa Fransa'da ilk sergim için.

Bunun disinda ABRSM Grade 8 piyano sinavina hazirlik çalismalarim sürüyor. Son seviye hayli zorlu ama zorlanmadan da hiçbir sey olmuyor. Clara Shumann'in "Prelude ve Fugue"ü fena seviyeye gelmedi. Mozart'in Allegro'su da yolda, biraz hizlandirmam gerekiyor. Hanon teknik kitabimla yatip, onunla kalkmaliyim sanirim :-(. Bugüne kadar üçüncü parçama bir türlü karar verememistim. Önce Debussy'nin "Valse Romantique"i ile flört ettim. Ardindan Albeniz'in "Sous le Palmier"si ilgimi çekti. Ama son karar ikisi de i-ih. Nihayet bugün Dave Brubeck'in jazz parçasi "King for a Day"de karar kildim. Seçme nedenlerimin basinda jazz parçasi olmasi, digeri ise sadece 3 sayfalik bir parça olmasi. 8 sayfalik Mozart'dan sonra hal kalmadi. Ben de kisa bir sey tercih edeyim dedim. Böylelikle piyanoda jazz çalmaya da adim atmis olacagim, yuppi...

You Tube'de "King for a Day" ile ilgili basarili bir performans buldum, sizler için ekledim.

Keyifli dinlemeler.