31.10.11

Cennetten bir köşe - Malindi...

Cenneti tasvir edebilir misiniz?


“Kim biliyor ki tasvir edebilsin?” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak cennetin de, cehennemin de içimizde olduğunu, cenneti veya cehennemi yaşamanın tamamen bizlerin elinde olduğunu unutmamalıyız.


2008 yılında Angola’da Afrika’nın mütena cennet köşelerinden biri Ria Longa’yı tanımıştık bir gezimizde. “Ria Longa“ dünyanın cennet köşeleri listemizdeki halen 1 numarayı kimseye kaptırmadı. Ancak bugüne kadar listede 2. sıraya oturmaya layık diğer cennet köşeyi bir türlü bulamazken Kenya’dan ayrılmaya kısa bir süre kala nihayet keşfettik. Geç olsun güç olmasın demişler.


Evet, Afrika’da cennetten 2. köşe “Che Shale”.

İngiliz şair Jhon Milton 17. yüzyılda yazdığı epik şiiri “Paradise Lost/Kayıp Cennet”de Eden Bahçesi’nin, yani cennetin Adem ile Havva’nın ellerinden nasıl da kayıp gittiğini uzun uzun anlatır. Ben ise sizlere cennetin yeryüzünde var olduğunun ispatı, Kenya’nın kıyı şehri Malindi’de ki cennetten bir köşe Che Shale’den bahsetmek istiyorum.


Che Shale’ye vardığımızda resepsiyonda hindistancevizi kokteyliyle karşılanıyoruz. Sahibi mama Vanessa ve oğlu Austin İskoçya/İngiliz orijinli ancak 3 kuşaktır Kenya’da yaşıyorlar. Dedesi 1912 yıllında Kenya’ya gelip yerleşen kolonislerden. “Nerelisiniz?” diye sorduğumuzda “Kenya’lıyız” diye cevap veriyorlar. Kısaca onlar artık beyaz Kenyalılar. Eşiyle aşık oldukları Malindi kıyısında yarattıkları kendi cennetlerini turizme açmışlar. Günümüzde oğlu ve oğlunun Fransız kız arkadaşı Isabelle ile birlikte işletiyorlar bu cennetten köşe Che Shale’yi.



Bandamızın hazırlanmasını beklerken kısa bir keşif turuna çıkıyoruz. Resepsiyonun hemen karşısı 10 metreden yüksek hasır çatılı, duvarı, penceresi olmayan, sadece ağaç kütükler ve hasırlarla inşaa edilmiş restoran, bar. Yerler söylemeye gerek yok hasır. Restoranın önünde denize nazır puf minderli bir teras. Plajda yine aynı doğal materyaller kullanılarak inşa edilmiş minik bir bar. Kıyıdaki kocaman salıncak yatak da hayli keyifli görünüyor. Sahile serpilmiş ahşap şezlongların zeminine hindistancevizi ağacının yapraklarından yapılmış saç örgüler gerilmiş. Az ileride yerlere kadar uçuş uçuş beyaz kumaş kapılı bir bandanın üzerinde “massage” yazıyor. Hint Okyanusu ve hindistancevizi ağaçları manzaralı bu banda da masaj hayli keyifli olsa gerek. Sahil uçsuz bucaksız, çevrede Che Shale’den başka yerleşim yok gibi. Biraz daha ileride bir ağaca iliştirilmiş “Kitesurf School” paneli bizi kendine çekiyor ama bandamıza yerleşme zamanı. Hele bir yerleşelim sahili, kitesurfü, denizi, salıncak yatağı, vs hepsini tek tek keşfedeceğiz.




9 bandadan 2’si, yani tuvaleti ve duşu içinde olanı delux banda diye adlandırılıyor. Diğer bandalar ise duş ve tuvaletleri ortak kullanıyorlar. Biz şu iki delux bandadan adı “Shakwe” olanına konuşlanıyoruz. Bandaların ağaç gövdeli konstrüksiyonlarının arasındaki hasır paneller duvar, bandanın tam orta noktasında hayli kalın, yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki ağaç gövde ise taşıyıcı görevi görüyor. 2.5 metre yüksekliğindeki duvarlarla çatı buluşmuyor, bu da bandanın içinin her daim havalanmasını sağlıyor. Üzeri saz çatıyla örtülü bandanın önündeki koca terasda üzeri koca koca yastıklı iki köşe ahşap koltuk delux bandanın lükslerinden bir diğeri. Odanın ortasında yaklaşık 2.5 x 2.5 metre boyutunda King size’ın da ötesinde, kocaman bir yatak ve üzerinde yerlere kadar tülden cibinlik. Köşedeki duvara monte ahşap üçgen masanın üzerinde hasırdan bir sepet içinde müşterilerin kullanımı için olduğuna dair bir not iliştirilmiş Kenya’nın bilinen markası Kikoy’dan iki adet peştemal. İki adet değişik marka sinek kovar ya da savar sprey ile gece yarısı elektrikler kesildiğinde kullanılmak amaçlı el fenerleri yatağın iki kenarındaki minik sehpaların üzerinde. Camsız pencerelerin dışındaki gündüz yukarı rulo yapılıp toplanan hasırlar geceleri açıldığında pencereleri kapatıyor. Keza bandanın kapısı da aynı şekilde tepesinde rulo yapılan hasırın akşamları açılmasıyla kapanmış oluyor. Tabi ki hasır kapıda boşuna kilit aramıyoruz. Terasdaki puf puf minderli koltuklarda otururken çatı yapımında ahşap karkas üzerine kat kat saz panellerden pratik bir hesapla yaklaşık 5.000 adet kullanıldığını hesaplıyoruz. Buraya gelmeden 14 gün önce Kenya’nın Somali’ye sınır şehri Lamu’daki evinden kaçırılan Fransız Marie’nin ölüm haberini aldık. Marie’nin de evi aynı bizim banda gibi kapısız, bacasız, daha doğrusu hasır kapılıydı. Malindi Lamu arası yaklaşık 300 kilometre ama yine de gece vakti piratlar gelip bizi kaçırsa hiç kimsenin ruhu duymaz diye düşünmeden edemiyorum. Sabah Isabelle bizden özür diliyor. “Hayırdır?” diyorum. Meğer bugün beni kitesurf yapılan yere kadar takip edip bekleyen Mango isimli şirin köpek gece hasır kapımızı iteleyerek bandamıza girmiş ve geceyi bizim yatağın altında geçirmiş. Kime niyet kime kısmet? Ben Somalili piratları beklerken meğerse Mango olmuş misafirimiz. Ruhumuz duymamıştı halbuki. İsabelle artık akşamları Mango’yu bağlayacağını söylüyor ancak bizim gönlümüz razı olmuyor. Akşam ihtimal davetsiz misafirlere karşı uykuya geçmeden önce gerekli tedbirleri alıp hasır kapının arkasına bavul, çanta ve ahşap tabureden oluşan barikatı yığıyorum. Sonuç; Mangosuz geceler.
Eşeklerin arkasına bağlı ahşap arabalara yüklü sarı bidonlarda taşıyorlar artezyen kuyusundan çıkardıkları suyu. Kuyudan çıkartılan su kaynatıldıktan sonra odalara borular vasıtasıyla veriliyor. Kuyuya deniz suyu karıştığı için biraz tuzlu, şampuan ve sabun pek köpürmüyor. Olsun, bu kadar kusur kadı kızında da bulunur.


Geçen hafta Malindi’ye çok yağmur yağmış. Bu hafta hava günlük güneşlik, hayli şanslıyız. Ancak yağışlı havanın akabinde sivrisinekler sahile akın etmişler. Benimle de hayli içli dışlı oldular. 4 günün sivrisinek bilançosu 25 ısırık. Su içtiğimde vücudum elek gibi kol ve bacaklarımdan su kaçırır durumdayım. Uzun yıllardır Afrika’da yaşadığımızdan ve sıtma ilaçlarının uzun soluklu kullanımında gözardı edilemeyecek yan etkileri olduğundan sadece sinek kovar spreylerle korunuyoruz. Ancak bu sefer sinek kovucular bile bana mısın demiyorlar. Buradaki sinekler hayli yüzsüz çıktılar. Nairobi’nin denizden yüksekliği yaklaşık 1800 metre olduğu için ve sıtma virüsü taşıyan sivrisinekler bu yükseklikte yaşamadığı için herhangi bir korkumuz yok bu konuda. Ancak Kenya’nın kıyısına gelindiğinde hayli dikkatli olunmalı, şakası yok. Neyse Nairobi’ye dönüşte gereğini düşüneceğim. Hava durumuna geri dönersek eğer ilk gün rüzğar fena değil. Öğle yemeği akabinde Yves kaldığı yerden kitesurf eğitimine devam ediyor. Ben yine kitesurfe başlama konusunda çekimserim. Gün batımına yakın Che Shale’nin bulunduğu uçsuz bucaksız sahilde yürüyüşe çıkıyoruz. Yükselen suların altında kumlar altın gibi ışıl ışıl parlıyorlar. Denizin vurduğu sahilde yürürken bıraktığımız ayak izlerinin altından deniz minareleri yüzeye çıkıyorlar. Sahil sanki kıvıl kıvıl hareket ediyor. Denizin tekrar sahili yalamasıyla deniz minareleri de tekrar kumların altında gözden kayboluyorlar. Malindi’nin sahili hayli bakir, etrafta hindistançevizi ağaçlarının arkasına saklanmış bir kaç ev dışında yerleşim yok. Mombasa ve Diani sahilindeki insanı sık boğaz eden satıcılardan da eser yok burada. Bandamıza dönüşte sahilde kite-cahrio (uçurtma ile idare edilen 4 tekerlekli araba) yapan biriyle karşılaşıyoruz. Diğer köşede köylü bir çocuk sahilin kenarındaki yeşilliklerde hayvanlarını otlatıyor.


Sırat köprüsünden geçemeyenler için altından geçme imkanı bile düşünülmüş...


Che Shale’de herşey doğal. Bandalar arasındaki kum yolların kenarlarına bordür olarak hindistancevizi kabukları döşenmiş. Restoranın önündeki terasta koca minderlerin dayandığı koltuk eski bir yerli dhowdan (tekneden) yapılmış. Yeri kum kahvaltı mekanındaki ahşap bank ve masaların üzerindeki çardakla kaplı. Sabah tropik mevye tabaklarımızla kahvaltı ederken az ilerideki yüksek ağacın dallarına yuvalarını yapmış yüzlerce kuş yuvalarından başlarını çıkartarak bize güzel güne merhaba konseri veriyorlar.



Kuşlar sabah konseri sırasında...


Nihayet kitesurfe başlamaya ben de karar veriyorum. Önce minik uçurtmayı rüzgarda nasıl kontrol edeceğimi öğreniyorum. Ardından büyük uçurtmayı kurmayı ve ardından uçurmayı öğreniyorum. Bütün bu öğrendiklerimi akabinde denizde deniyorum. Ertesi gün denizde rüzgarın gücü ve uçurtmanın marifetiyle “body dragging”, yani denizde sürükleniyorum. Başta hem uçurtmayı kontrol edip hem de istediğim yönde sürüklenmek biraz zorlasa da bir iki denemeden sonra alışıyorum.



Kite ı kurmayı öğreniyorum...




Uçtu uçtu kite uçtu...


Yan gözle Yves’e bakıyorum olayı kapmış vızır vızır kitesurfüyle gidip geliyor.



Veee, başardı...


Çok yıllar önce Yves’in snowboard yapışını gören bir arkadaşım “Ben de Fransız olsaydım ben daha da alasını yapardım.” demişti. Bu hayli ilginç yoruma gülümsemiştim. Aklıma gelince yazmadan duramadım. Ha şimdi anladım ben neden kitesurfe başladım bu yaştan sonra. Kıyısından köşesinden azıcık Fransız sayıldığım için ben de bu mereti başarırım diye düşündüm herhalde. Şaka bir yana bir gün daha kalabilseydik kite+board ikilisini denizde deneyecektim ama yarın sabah Nairobi’ye dönüyoruz. Neyse, buraya bir daha gelmek için bir nedenimiz daha var bu durumda.


Bu kadar spor üzeri 5:00 çayını ve deniz kenarındaki şezloglarda keyif yapmayı hak ediyoruz. Akşam yemeği seçimimiz için elinde menüsü ve belinde Kikoy peştemalıyla bir garson çıka geliyor. Seçimimizi yapıp kaçta yemek istediğimizi de belirtiyoruz. Tam da istediğimiz saatte akşam yemeğimiz hindistancevizinin tepesi kesilerek yapılmış vazo içinde fuşya rengi begonviller ve mum ışığı eşliğide hazır bizi bekliyor.


Cennetten köşe Che Shale’de geçirdiğimiz 4 günlük tatilin bilançosu hayli kalabalık.

Bu bilançoda hayli önemli yere sahip sivrisineklere karşı mı ne yaptık? Nairobi’ye döner dönmez 1 hafta boyunca sıtmaya karşı geniş spektrumlu bir antibiyotik kullandık. Sıtmaya karşı 6 senede ilk defa ilaç kullanıyoruz. Umarım ilk ve son olur, bir daha kullanmak durumunda kalmayız.


Yeryüzündeki cennetinizi sizin de bulmanız temennisiyle hoşça kalın!...

30.10.11

Memleket İsterim

Cahit Sıtkı Tarancı 1937 yılında yazdığı Memleket İsterim şiirinde yaşadıklarımıza ne de güzel tercüman olmuş...

MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı-1937

29.10.11

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!!!



Ne Mutlu Türk'üm diyebilene!


29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'mız 88. kez KUTLU OLSUN!!!

24.10.11

Depremde yardım ve yapılacaklarla ilgili gerekli adresler

Ülkemde felaketlerin ardı arkası kesilmiyor.
Umarım Van depremi son olur.
Deprem felaketini daha önce bir çok kereler yaşadık. Ancak bu yaşadıklarımızdan ders alıp da bir türlü organize olmuş değiliz.
Blogdaşım Beste blogundaki son yazısında deprem konusunda yardımlar ve yapılabileceklerle ilgili bilgiler içeren şu aşağıdaki blog adresini vermiş http://yalnizdegilsinvan.wordpress.com/




Elbet herkesin yapabileceği bir şeyler vardır...

Şimdi el ele verme zamanı...

19.10.11

Kenya'nın kuzeyinden Somali'ye kaçırılan Fransız kadın rehine öldü...

"Fransız yetkililer, Kenya'nın kuzeyindeki kıyı şehri Lamu'daki evinden bu ay başında silahlı kişilerce kaçırılan Fransa vatandaşı Marie Dedieu'nun öldüğünü duyurdu.

Diplomatlar 66 yaşındaki kadın rehinenin serbest bırakılması için müzakereler yürüten kişilerin kendilerine Dedieu'nun ölüm haberini bildirdiklerini açıkladı.

Dedieu'nun ne zaman ve hangi sebepten öldüğü bilinmiyor, ancak yetkililer rehinenin sağlık durumunun pek iyi olmaması ve düzenli kullandığı ilaçların da verilmemesinin bu tür bir sonu hazırlayabileceği yolunda zaten kaygılanmakta olduklarını söyledi.

Tekerlekli sandalyede olan Dedieu, kanser ve kalp rahatsızlıkları nedeniyle düzenli ilaç kullanıyordu.

1990'lı yıllardan bu yana yılın altı ayını Kenya'da geçiriyordu.

Dedieu'yu kaçıranlar, yanlarına kendisine ait tekerlekli sandalyeyi ya da ilaçları almamıştı.

Son zamanlarda Kenya'da, özellikle Lamu şehrinden çok sayıda Batılı yabancı kaçırılarak Somali'ye götürüldü.

Eylül ayında da yine aynı bölgede lüks bir tatil köyünde kalan İngiliz David Tebbut öldürüldü, karısı Judith kaçırıldı.

Geçen ay da iki İspanyol kadın gönüllü Kenya- Somali sınırındaki bir mülteci kampından kaçırıldı.

Üç kadının da hala kayıp olduğu bildirildi.

Bu eylemlerden Somali merkezli eş-Şebab örgütünü sorumlu tutan Kenya ordusu Somali'de hafta sonunda karadan ve havadan operasyonlara başlamıştı.

Güney Somali'nin çok büyük bir bölümünü denetimi altında tutan Eş-Şebab adam kaçırma olaylarıyla ilgisi olmadığını savunuyor.

Eş-Şebab örgütü, Kenya'nın Somali'deki askerlerini derhal çekmesini yoksa şiddetli çarpışmalar yaşanacağı tehdidinde bulundu.

Eş-Şebab sözcüsü Ali Mahmud Raci, BBC'ye açıklamasında, Kenya'nın başkenti Nairobi'ye saldıracaklarını söyledi."
(19 Ekim 2011 BBC Türk)



Ekim başında Nairobi'deki Fransız Büyükelçiliği tarafından gönderilen mesajla Kenya'da yaşayan Fransız vatandaşları bir süre önce Kenya'nın kuzeyine, özellikle de Lamu'ya kesinlikle gitmemeleri konusunda uyarılmıştı. Eh, uyarı boşuna değilmiş, demek ki...

Aynı hassasiyeti Nairobi'deki Türkiye Büyükelçiliği'nden de bekliyoruz...

15.10.11

Eski "Kenyatta Günü", oldu yeni "Kahramanlar Günü"

Her yıl 20 Ekim'de Kenya "Kenyatta Day / Kenyatta Günü" adıyla 1963 yılında kazandığı bağımsızlığı kutluyordu. Kenya'ya yerleştiğimiz 2008 senesi ve onu takip eden sene 20 Ekim'de Kenya'yı bağımsızlığına kavuşturan önder ve ilk devlet başkanı Jomo Kenyatta'nın adı verilmiş "Kenyatta Day"i bizde çevremizdeki ulusal parklarda "Big Five"ın peşinde koşturarak kutlamıştık. Geçen seneden itibaren "Kenyatta Day" "Heroes Day / Kahramanlar Günü" olarak değiştirildi.

Nedenini pek merak ettim ve bugün müzik okulundaki eşe dosta bu değişikliğin nedenini sordum. Hocalardan bir tanesi hışımla bağımsızlık hareketleri sırasında Kenyatta'nın yanlız olmadığını, yandaşlarının da bu emel uğrunda çarpıştıklarını söyledi. Haklıydı. Hükümetin bu kararını da hayli makul karşıladım. Böylesi zorlu bir zafer tek başına kazanılamazdı. Bu durumda diğer kahramanlar da unutulmamalıydı.

Internette yaptığım ufak çaplı bir araştırmada dünyadaki birçok ülkede kahramanların unutulmadığını gördüm. Hangileriydi bu ülkeler? Cape Verde Adası, Barbados Adası, İngiltere, Angola, Endonezya, Mozambik, Namibya, Filipinler, Romanya, Zimbave, Zambia, Jamaika ve iki senedir de Kenya'da senenin bir günü "Kahramanlar Günü" adı altında resmi tatil olarak kutlanıyor.

Kendi geçmişimize bir göz atarsak eğer; 19 Mayıs ulusumuzun geleceği için bayrağı devralacak genç nesillere 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı olarak, 23 Nisan ise abilerini, ablalarını örnek alıp aynı yolda ilerleyecek miniklere 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak armağan. 29 Ekim ise tüm Türk halkına Cumhuriyet Bayramı adıyla sunulmuş. Ata'mız ve onunla savaş veren kahramanlar ön plana çıkmadan başarılarını ileri nesillere hediye etmişler.

Jomo Kenyatta iki cümlede Afrika'nın sömürgeleştirimesini net bir şekilde ne güzel gözler önüne sermiş.

"Batılılar geldiklerinde ellerinde incil, bizim elimizde topraklarımız vardı.
Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler.
Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde incil, onların elinde topraklarımız vardı."

Kenya'nın kurucu Devlet Başkanı Jomo Kenyatta'nın hayatına kısaca bir göz atalım (1894 - 22 August 1978)

Kenya'nın en büyük kabilesi Kikuyulardan olan Kenyatta, 10 yaşında öksüz kalır ve İskoç misyonerlerin himayesinde yetişir. O zaman ki adıyla Kamua Ngengi’nin çocukluğu, bu misyonerlerin yanında geçer. Hıristiyanlaştırılan (bir nevi devşirilen) Kamua Ngengi'ye papazlar Johnstone adını verirler. Biraz büyüyünce Nairobi Su İşleri’nde memur olan Johnstone 1922’de Kikuyu Merkez Birliği’ne (KAC) katılır ve Genel Sekreter olur. Birlik, onu 1929’da Kenyalıların haklarını savunsun diye Londra’ya gönderir. Johnstone orada uzun yıllar kalır. Londra Üniversitesi'ne girer ve ünlü Antropoloji Profesörü Milanovaski’nin en gözde öğrencisi olur. Profesörün desteğiyle Kikuyu kabilesinin tarihini inceleyen bir eser yazar. “Kenya Dağına Bakarken” adlı bu kitap, bir Afrikalı tarafından yazılmış ilk ciddi incelemedir. Rusya’da iki yıl kalıp Moskova Üniversitesi’nde antropoloji okur. 1945’de Manchaster’de toplanan Pan-Afrika Federasyonu Kongresi’ni yönetir. 1944’de kurulmuş olan Kenya Afrika Birliği’ne katılır. Örgütü kısa zamanda geliştirir ve çalışmalara hız verir. Kenyatta’nın Afrikalılar üzerinde büyüleyici gücü vardır, sözlerine yasa gözüyle bakılır. Kenya Afrika Birliği için çizdiği siyah, kırmızı, yeşil renkli bayrak herkesin elinde dolaşmaya başlar. Siyah; Afrika halkını, yeşil; yurdu, kırmızı; kurtuluş için dökülen ve dökülecek kanı temsil eder. İngilizler o sırada başlayan Mau-Mau Ayaklanması'nda Kenyatta’yı sorumlu tutarlar ve 1952’de Kenyatta’yı tutuklarlar. Bu ayaklanma Afrika’da beyazlara karşı açılan ilk ulusçu ayaklanmadır. Kenyatta, Mau-Mau’ların başında ülkesini emperyalistlerin boyunduruğundan kurtarıp bağımsızlığa kavuşturmaya çalışmaktadır. Duruşması Kenya’nın ıssız ve gizli bir bölgesinde yapılır. Sonunda yedi yıl hapis, bir yıl da sürgün cezasına çarptırılır. O cezaevindeyken Kenya'nın ulusal bağımsızlık eylemi zafere ulaşır. 1963’de ülkede sömürge yönetimi son bularak, Kenya Cumhuriyeti kurulur. Cezaevinden 61 yaşında salıverilen özgürlük savaşçısı Jomo Kenyatta, önce Başbakanlığa sonra da Kenya Devlet Başkanlığı’na getirilir.



MUTLU SON...


Kahramanlar Günü Perşembe'ye denk gelir de biz gezginler düşmez miyiz yollara? Perşembe gününe Cuma'yı katık yapıp şöyle 4 günlüğüne Kenya'nın kıyı şehri Malindi'ye doğru uzanma niyetindeyiz. Hele bir de yeterli rüzgar olur kitesurf yapılabilirse deymeyin keyfimize....

11.10.11

2020'de Afrika'nın Singapur'unda Sisteki Goriller ve Altın Maymunlar

Ruanda'dan muhteşem anılarla döndük.
Ta 1950'li yıllara dayanan katliamlarıyla ve 1994 yılında yaşanan yaklaşık 1.000.000 Tutsi ve ılımlı Hutu!nun ölümüyle ve birçok Tutsi ve Hutu'nun komşu ülkelere göçüyle sonuçlanan soykırımıyla dünya çapında tanınan Ruanda bizi adeta şaşırttı.
Neden mi?



- İnsanın hafsalasına kolay kolay sığmayan böylesi bir soykırımı yakın geçmişte, 17 yıl önce yaşamış Ruanda halkı beklentimizin aksine çok yadımsever, sakin ve güler yüzlüydü.

- Afrika'da bir çok ülkede sokaklara taşan, insan sağlığını tehdit eden çöplerden emare yoktu Kigali ve diğer şehirlerin sokaklarında. Yeni hükümetin aldığı bir kararla Ruanda'da her ayın son Cumartesisi herkes, ama istisnasız herkes evinin önünden başlayarak sokakları temizliyor, temizlemekle yükümlü yoksa para cezasına çarptırılıyor. O gün trafik duruyor, insanlar sokaklarda arı gibi çalışıp, çevrelerini temizliyorlar.

- Havaalanında içinde geldiğiniz ülkenin freeshop'undan adıklarınızı taşıdığınız plastik poşetle elinizi kolunuzu sallayarak ülkeye giriş yapamıyorsunuz. Plastik poşetler çöpe, poşetin az önce içinde olan eşyalarınız ise çantalarınıza.

- Alış verişleriniz marketlerde kağıt poşetlere konuyor.

Ruanda sadece Afrika’ya değil tüm dünyaya örnek çevreci girişimlerinden ötürü Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın övgüsüne layık görülmüş.
Ruanda’yı 2020 yılında Afrika’nın Singapur'u yapmayı hedefleyen hükümete başarılar, yolları açık olsun.


Afrika'dan öğreneceğimiz çooook şey var.............

Kigali'de "Hotel Rwanda" filminin çekildiği ve filmde geçen olayların bizzat yaşandığı mekan Hotel Des Mille Collins'de kalıyoruz. Hotel restore edildiği için filmdekinden hayli farklı. Hotel Rwanda filminin sadece otel sahneleri gerçek mekanında, geri kalan sahneler ise Güney Afrika’da çekilmiş. Ancak havuzu, hani hükümet otelin şehir suyunu kestiğinde otele sığınanların tüm ihtiyaçlarını karşılayarak hayatlarını kurtaran o meşhur havuzu aynen korunmuş. Havuzda yüzerken insanların o çaresizlikleri, otelin koridorlarında yürürken üst üste istiflenmiş uyumaya çalışan insanların görüntüleri gözümün önünde canlanıyor.

Kigali'deki Soykırım Müzesi'nin çıkışındaki son panonun tercümesi :“Ruanda dağların, tepelerin, ormanların, göllerin, gülen çocukların, pazardaki çalışkan halkın, dansçıların, trampet çalanların, zanaatkarların ülkesi. 26.338 kilometre karelik yüzölçümümüze 8 milyon (gerçi 2011 kayıtlarına göre 11 milyon) nüfusu ve binlerce tepeyi sığdırmayı başardık. Toprağımız zengin ve verimli, iklimimiz ılımlı. Bu topraklar yüzyıllardır bizim vatanımız. Biz tek vücuduz, tek bir lisanı konuşuyoruz ve tek bir tarihimiz var. Yakın geçmişte soykırım hayatımızın üzerine kara bulut olarak çöktü ve bizim birlik duygumuzu mahvetti. Bu yaşananlar hayatımızın en acı bölümüdür. Ancak geleceğimiz için kaybettiklerimizi ve yaşadıklarımızı hatırlamalıyız.


Bu bizim;
- geçmişimiz ve geleceğimiz
- kabusumuz ve rüyamız
- nerede başladığımız ve nerede bitirdiğimiz
- ve sevdiğimiz ülkemiz hakkındadır.



Bizi ileriye taşıyacak yol eğitimdir. Biz geçmişi öğrenmeliyiz, biz geçmişimizden ders çıkartmalıyız.”
Kigali’de kaldığımız Hotel des Mille Collins’de sabahın köründe, saat 3.00’de uyanıyoruz. Akşam oda servisinden, sabah saat 3.30’a kahvaltı istemiştik, bavullar hazır bekliyoruz. Kahvaltıyı oda servisi hazırlamayı atlamış. Çay, kahve içmeden ayılmak da bu saatte hayli zor. Resepsiyondaki çıkış işlemlerimiz esnasında oda servisi alelacele omlet çay ve kahveden oluşan kahvaltımızı hazırlamış, resepsiyona getirdi. Turizm şirketinin elemanı Gaston da gelmiş bu arada. Kahvaltı akabinde Gaston’un kullandığı 4x4’e atlıyoruz. Ruanda-Uganda ve Kongo sınırlarının kesiştiği nokta, Virunga Volkanik Sıradağları’nda altın maymun ve goril safari yapmak amacıyla düşüyoruz yollara.
Uyuklamaya başlamadan önce arabanın camından Kigali sokaklarına bakıyorum. Ana caddeye sabahın köründe belediye işçileri trafik lambası dikiyorlar. Köylüler kafalarının üzerlerinde kendi mahsulleri patates dolu ağır çuvallar, 8 kilometre ötedeki köylerinden yollara dökülüp yayan başşehre geliyorlar gün ağarmadan. Dönüşte boş çuvalları ellerinde, o günün harçlığı da ceplerinde toplu taşıma araçlarından birine binip dönüyorlarmış.
Gün ağarmakta. Tepelerin ortasındaki ovalara sis inmiş. Dağların arkasından yükselen güneş, güneşin kızıllığının üzerini kapladığı sisli ovalar ve ertafında ulu dağlar. Manzara nefes kesici, arabadan indiğimde ürperten soğuk da aynı. Ancak bu manzara karşısında soğuk bana mısın demiyor. Deklanşöre peşi sıra basıyorum. Ruanda-Uganda sınırından önceki son şehir, Kigali’den 94 kilometre uzaklıktaki, volkanik dağlara karşı konuşlanmış Ruhengeri’ye (yeni adıyla Mausanze) ulaşmamız yaklaşık iki saat sürüyor.
Ruhengeri’nin ortasından geçen asfalt ana caddenin her iki yanında irili, ufaklı dükkanlar. Bu ana caddeyi geçip Volcanoes National Park, Kinigi Headquarters / Volkanlar Ulusal Parkı, Kinigi Merkez Büro tabelasının gösterdiği yöne, sağa sapıyoruz. 13.000 hektarlık bu parkın en yüksek noktası 4507 metre rakımıyla Karisimbi Dağı. Hemen onun sağında, tepesinde bir krater gölü bulunan ve turistlerin popüler trekking destinasyonu 3711 metreyle Visoke, onun da sağında 3645 metrelik Sabyinyo ve 3474 metrelik Gahinga Dağları ve daha da ilerideki 4127 metrelik Muhavura puslu tepeleriyle göz kamaştırıyor. Uganda, Kongo ve Ruanda tarafından paylaşılan bu Virunga Volkanik Dağları’nın bize bakan yüzleri Ruanda sınırında diğer yüzleri ise diğer iki ülkenin sınırları dahilinde bulunuyor. Kongo Demokratik Cumhuriyeti sınırlarında bulunan Nyiragongo Volkanik Dağı en son 2002'de aktif hale geçmiş. Bu volkanik aktivite esnasında Goma şehri sakinleri ve Doğu Virunga Bölgesi’nde yaşayan 200.000 kişi evlerini tahliye etmek zorunda kalmış.
Nairobi’den bağlantıda olduğumuz Kigali’deki turizm ajansı yetkilisi Ossy bize goril ve altın maymun safari için gerekli ekipman listesini göndermişti, biz de ona göre yaptık hazırlığımızı.
• Sağlam ve su geçirmeyen trekking ayakkabıları
• Kapüşonlu, uzun yağmurluk (doğaya uyumlu renkte)
• Bahçevan eldiveni. Nairobi’de benim el boyutlarıma sahip pek bahçevan bulunmadığından elime uyan eldiveni bulmakta hayli zorlandık.
• Jean ya da kanvas pantalon (doğaya uyumlu renkte)
• Uzun kollu t-shirt(ler), yürüyüş sırasında hayli terleniyor.
• Sabah serin olduğundan t-shirt üstü sweat-shirt
• Gofret tarzında enerji barları
• Su



Biz bu listeye bir ilave yapıyor, pantalon üstüne takılan, diz altı ile ayak bileklerini arasını kaplayan, ayakkabının altına bir bantla sabitlenen, yağmur, çamur, diken, yılan sokmasına mukavvim konçlardan satın alıyoruz. İyi ki de alıyoruz. Bizce bu listedeki en isabetli ekipman parçası bu konçlar.
Saat 6.30’da Kinigi’deki Kinigi Guest House’daki odamıza bavullarımızı bırakır bırakmaz pantalonlarımızın üzerine konçlarımızı geçirip, safari ekipmanlarımızın içinde olduğu sırt çantamız ve fotoğraf makinalarımızla birlikte hiç vakit kaybetmeden 300 metre kadar ilerideki toplanma noktası Volcanlar Ulusal Parkı, Kinigi Merkez Bürosu’na gidiyoruz. Ruanda’daki ulusal parklar, ORTPN’e (Office Rwandais du Tourisme et des Parc Nationaux / Ruanda Turizm ve Ulusal Parklar Ofisi) bağlı. ORTPN isimli kuruluşun ulusal parklara yakın yerlerde çok iyi örgütlenmiş birer ofisi var. Aktiviteler için çok önceden rezervasyon yaptırmak ve aktivite bedelini turizm firmasının hesabına hava etmiş olmak gerekiyor. Bağlantıda olduğunuz firma sizin için yapacağınız aktivitenin bedelini Ulusal Park ofisine ödeyip, adınıza düzenlenmiş aktivite izin belgesini alıyor. Ruanda turizminin can damarı burada, bu volkanik bölgede atıyor.
Aktivitelerden belli başlılarının fiyatları şöyle;
- Dağ gorilleri safari : turistlere 500 $, Doğu Afrika’da ikamet belgesi olanlara (yani bize) 300 $
- Dian Fossey’in mezarını ziyaret : 100 $
- Altın Maymun safari: 80 $



Merkezin ortasındaki üstü kapalı, yanları açık toplanma mekanı dünyanın her köşesinden gorillere akın etmiş turist kaynıyor. Bizim rehber Gaston elinde kayıt formlarımız, bize en uygun ekibi ve goril ailesini ayarlamaya çalışırken biz de çaylarımızı yudumluyor ve az ilerideki folklorik gösteriyi seyrediyoruz.
Gorilleri yakınen kendi habitatlarında uzun yıllar gözlemleyen ve onları goril avcılarına karşı koruyan Amerikalı primatolog Dian Fossey vasıtasıyla Ruanda doğa severlerin belleklerine kazılı. Yaşamını bu emel uğruna yitiren Fossey hayatının Ruanda kesitini “Sisteki Goriller” adlı romanında anlatmış ve bu hikaye aynı isimle beyaz perdeye aktarılmıştı. Dünyanın dört bir yanından Kinigi Ulusal Volkanik Park'a akın eden turistlerin amacı dünyada sadece 600 adet kalmış gorillerle doğal habitatlarında 1 saat geçirebilmek. Turistlerin büyük çoğunluğu emekli Amerikalılar. Panodaki istatistiklere göz attığımda bu sene Ocak-Temmuz arası 2 Türk'ün gorilleri ziyaret ettiğini görüyorum. Eğer 1 Ekim 2011'e kadar başka Türk uğramadıysa buralara ben de üçüncüyüm. Nesli neredeyse tükenme tehlikesi altındaki dağ gorilleri 1970'lerde Dian Fossey'in çabaları sonucu kurtarılmış. Fossey, 1967'de bilimsel bir gezi için geldiği Zaire'de (bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti) gorilleri izlemeye başlamış, Kongo’daki iç karışıklıklardan ötürü bir süre sonra Ruanda'ya geçip çalışmalarına orada devam etmiş ve Karisoke Goril Araştırma Merkezi’ni kurmuş. Tam 18 yıl herkesten izole gorilleri gözlemlemiş. Dian Fossey insanları yanlarına hiçbir şekilde yaklaştırmayan gorillerin davranışlarını inceleyip insanlara alışmalarını sağlamış. Sağolsun, sayesinde gorillere 1,5 metreye kadar yaklaşabildik. Dian Fossey 1985 yılında kimliği bilinmeyen kişiler tarafından Virunga dağlarındaki kulübesinde öldürülmüş. Öldürenlerin kaçak hayvan avcıları olduğu düşünülüyor, dava bugüne kadar çözülememiş. Dian Fossey’in Kinigi Ulusal Volkanik Park içindeki mezarını 100 $ karşılığında turistler ziyaret edebiliyorlar.
Nesilleri tükenme tehlikesi altında, koruma altına alınmış 600 adet goril Uganda, Kongo ve Ruanda sınırları dahilindeki Kinigi Ulusal Volkanik Park alanında yaşıyorlar. Bunlardan 17 aileyi teşkil eden 280’i Ruanda sınırları dahilindler. Diğer ülkelerde ancak hayvanat bahçelerinde görebileceğiniz gorillerin yaşam süreleri 40-50 sene kadar. Erkekleri olgunluğa 16 yaşı civarında, dişileri ise 9 yaşında ulaşıyorlar. Erkek goriller 15-17 yaşına eriştiğinde sırtları beyazlıyor, bundan sonra gümüşsırt olarak anılıyorlar. Sürülerin çoğunluğu bir gümüşsırt erkek ve birden fazla dişiden oluşuyor. Sürünün büyüklüğü genelde 5 ila maksimum 30 bireyle sınırlı. Birden fazla erkek olan gruplarda lider en güçlü gümüşsırt. Dişi goriller 100 kilo kadar çekerken gümüşsırt erkekler 160 kilo ve üstü geliyorlar. Dağlık bölgelerde 2500-4000 metre arası rakımda yaşayan goriller ot ve meyveyle besleniyorlar. Çok nadir de olsa böcek yiyorlar.
Goril Safari
Bu arada park yetkililerinden bizim ekip rehberimiz Olivie grubumuzu topluyor. Biri 67, diğeri 72 yaşında iki Amerikalı bey, iki Hintli genç hanım, bir orta yaşlı Avusturalyalı bey ve bizden oluşuyor ekip. Üç ayrı zorluk seviyesinde goril safari yapılabiliyor. Kolay etap daha çok fiziksel problemi olanlar, çok uzun süre yürüyüş yapamayanlar için, genelde parkın duvarlarının hemen yakınında ikamet eden goril ailelerine yapılan ziyaretten ibaret. Bizimki etap orta zorlukta. Yaklaşık 2/2,5 saat sık ormanda maşetlerle açılan dar yolda, zaman zaman zorlu, çamurlu, dik kaygan zeminde yürüyerek ulaşılıyor gorillere. En zorlu etapta ise en uzakta ikamet eden gorilleri ziyaret için yaklaşık 4/5 saat kadar zorlu zeminde, sık ağaçlar yarılarak açılan yolda yürümek, daha doğrusu tırmanmak gerekiyor. Tabi bu yürüyüşlerin bir de dönüşü var.
Rehberimiz Olivie bize yapacağımız trekking ile ilgili kısa bir brifing veriyor.
• DNA'sı %90 insanlarla benzerlik gösteren gorillere hastalık buluştırmak için 7 metreden fazla yaklaşmalıymışız. Soğuk algınlığı geçiren ya da bulaşıcı hastalığı olanların gorilleri ziyaret etmemesi de ayrıca öneriliyor.
• Gorillerle karşılaşıldığı an kronometre başlıyor çalışmaya. Gorillerle aynı ortamda 1 saatten 1 dakika bile fazla kalınmasına izin verilmiyor.
• Gruplar maksimum 8 kişiden oluşuyor.
• Gorillerin flaşsız fotoğrafını çekmek serbest.
• Park alanında yere tükürmek kesinlikle yasak. (İyi ki söyledi, en büyük zevkim ormanda yere tükürmektir.)
• Öksürme ve hapşırma ihtiyacı durumunda gorillerden ters istikamete dönüp ağzımızı kapatmalıyız.
• Gorillerle aynı ortamdayken alçak sesle konuşmalıyız.
• Ani hareketler yapmamalıyız, goriller ürkebilirler.
• İşaret parmağımızla gorilleri işaret etmemeliyiz. Tedit olarak algılıyorlar.
• Yavrularına yaklaşmak ve oynamak yasak (anne goriller rahatsız oluyor).
• Şayet bir goril size doğru yaklaşırsa panik yapmamalı, direkt gorilin gözünün içine bakmamalı, hareketsiz durup, yavaş yavaş geri çekilmeli ve rehberimizin direktiflerini uygulamalıyız.
• Park alanı dahilinde yere çöp atmak yasak.
• Gorillerin ortamında sigara içmek, bir şeyler yemek ve içmek de yasaklar dahilinde.



Ruanda Milli Parklar İdaresi her gün belli sayıda turistin gorilleri ziyaret etmesine izin veriyor, sebebi de göründüğünden narin olan gorillerin insanlardan hastalık kapmamaları. Olivie bize "Titus" goril ailesini ziyaret edeceğimizi, gorilleri görmek için yaklaşık 2 saat tırmanacağımızı bildiriyor. Gorilleri gördükten tam bir saat sonra inişe geçeceğiz. “Titus” İngiliz şirketi Tigress Productions tarafından çekilen PBS ve BBC’de gösterilen “The Gorilla King“ belgesel filminde bizzat oynayan sanatçı goril ailesi. Kigali’de Hotel Rwanda’nın konusunun geçtiği ve filmin çekildiği otelde kaldık şimdi de The Gorilla King belgeselindeki aktör gorillerle tanışmaya gidiyoruz. Hayli heyecanlıyım. Titus 1974 Agustos’unda doğuyor. Titus’un babasını ve ailesinden birkaç gorili kaçak goril avcıları öldürüyor. Kaçak goril avcılarının amacı tehlikeli gümüşsırt ve yetişkin dişi gorilleri öldürüp bebekleri çalmak. Çaldıkları bebek gorillleri yurtdışındaki hayvanatbahçelerine pazarlıyorlarmış. Öldürdükleri yetişkin gorillerin de başlarını ve ellerini kesip onları da beyazlara duvarlarına asmak ve goril ellerini kül tablası olarak kullanmak üzere satıyorlarmış. Dian Fossey’in hayatına mal olan emekleri neticesinde ve goril turizmin Ruanda için öneminin anlaşılmasından sonra goriller sıkı koruma altına alınmış. En son kaçak goril avı 2002 senesinde olmuş. O günden buyana herhangi bir şekilde kaçak avlanma kayıtlara geçmemiş. Biz yine konumuz Titus’a dönelim. Aile fertlerinin çoğunu kaybedip, yetim kalan Titus 5 yaşındayken bir erkek goril grubuna dahil oluyor. İleriki yıllarda Titus dominant gümüşsırt Beetsme’nin yaşlanmasıyla onun ailesinin lideri oluyor. Karisoke Goril Araştırma Merkezi tarafından uzun yıllar incelenen Titus’un isim anası Dian Fossey. Fossey o sırada okumakta olduğu Mervyn Peake’ın romanı Titus Groan’dan esinlenerek bu ismi veriyor. Titus’un rahatsızlanmasıyla büyük oğlu Kuryama aileye geri dönüyor. Oğlanın aileye dönüşünün haftasına Titus 35 yaşında, Eylül 2009’da hayata gözlerini yumuyor. Oğlan da o gün bugündür 10 kişiden oluşan ailenin lideri. İç güdüye inanılmaz bir örnek. Titus’un kurmuş olduğu aile de günümüzde Titus Ailesi olarak anılmakta.
Yürüyüşümüzün başlayacağı noktaya gitmek üzere ekip 4x4 araçlara dağılıyor. Arabalarla 2500 metreye kadar tırmandıktan sonra yol bitiyor. Sırt çantaları ağırca turistler orada bekleyen yük taşıyıcılarla 5000 RWF karşılığı anlaşıyorlar. Sabah 8:45’de tırmanmaya başlıyoruz. Köyün içinden geçerken çocuklar yolun kenarına dizilip el sallıyorlar. Diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi şeker, para, vs istemiyorlar. Sadece gülen gözlerle bize bakıp, «Hello! » diyorlar. Dağlık alana serpiştirilmiş tek tük köy evleri, her evin önünde boy sırasında en az 5 çocuk. Nüfus planlamasını bilmeyen Ruanda’da güncel problem nüfus patlaması. Patates, yeşil fasulye ekili verimli toprakların arasından tek sıra halinde ormana ilerliyoruz. 10 :00’da parkın girişine ulaşıyoruz.
Park alanını çevreleyen 75 kilometre uzunluktaki taştan duvarla çevrili orman sınırında bizi elleri AK-47 li askerler karşılıyor. Olivie, bu duvarın, parktaki bufaloların park dışına çıkıp, köylülerin tarlalarına zarar vermelerini önlemek amacıyla yapıldığını söylüyor. Askerlerin esas görevi ülke için iyi bir gelir kaynağı olan gorilleri ve turistleri korumak. Komşu ülke Kongo uzun yıllardan beri iç savaşta olduğundan sınıra yakın bölgeler pek tekin değil. Bulunduğumuz bölgede de bir kaç sene önce bir turist grubu öldürüldüğü için işi sıkı tutuyorlar.
Olivie liderliğinde sık ormana dalıyoruz. Ağaçlar o kadar sık ki aralarından geçmemiz mümkün değil. Görevliler sık ağaçların dallarını ellerindeki maşetlerle (büyük satır benzeri bıçaklarla) keserek bize yol açıyorlar. Neyse ki günümüzde maşetler sadece doğada yol açmak için kullanılıyor. Bize yol açmakta kullanılan o maşetin soykırım esnasında kaç kişinin canını aldığını düşünmeden edemiyorum. Bazı yerlerden geçmek için sürünmemiz gerekiyor. Bir akşam önce hayli yağmur yağmış. Park çamur içinde vıcık vıcık. Açık mavi renkli trekking ayakkabılarım balçıkla sıvanıyor. Pantalonlarımızın paçalarına taktığımız koçlar çok işe yarıyor. Pantalonun konç altında kalan kısımları tertemiz ancak geri kalan yerler toprak rengine dönüyor. Yerin eğimi dikleşiyor. Yürümek iyice zorlaşıyor. Bu arada, rehberimiz Olivie sürekli telsizle konuşarak ormanın içindeki iz sürücülerden gorillerin konumuna ait bilgi alıyor. Uzun kollu t-shirtün, hatta pantalonun üstünden bile ısırgan otları dalıyor. Hemen ellerimize eldivenlerimizi takıyoruz. Ancak kısa süre sonra ısırgan otunun daladığı yerdeki sızı geçiyor, ancak az sonra başka ısırgan otları tarafından dalanıyoruz. Bir taraftan tırmanıp, bir taraftan kaşınıyoruz. Ne kadar yolumuz olduğunu soruyorum, Olivie "Belli olmaz, yaklaşınca ben size söyleyeceğim" diyor. Çamurlu parkurda tırmanmaya, sürünmeye, kaşınmaya ve terlemeye devam.
Yürüyüşe başladıktan yaklaşık 2 saat sonra Olivie bize yakında olduklarını söylüyor. Heyecan son raddede. Ormanda 3 tane iz sürücü görevliyle buluşuyoruz. O noktada sırt çantalarımızı ve bize tırmanış sırasında üçüncü ayak vazifesi gören bastonlarımızı görevlilere bırakıyoruz. Yanımıza sadece fotoğraf makinalarımızı alıp, üstümüze yağmurluklarımızı giyip yola devam ediyoruz. Yarım saat kadar daha hızlı tempoda tırmanmaya devam edip 3000 metreye çıkıyoruz. Artık iyice yorulmuşken ağaçların arasında karaltılar seçiyoruz. Olivie elindeki maşeti bir sağa, bir sola savuruyor ve Titus Ailesi’nin reisi, gümüşsırt Kuryama tam karşımızda, besleniyor. Çok heyecanlanıyorum. Minik goril ağacın dallarında hem sallanıyor hem de taze yaprakları yiyor. Ağır adımlarla Olivie’yi takip edip gümüşsırta yaklaşıyoruz. Az ileride anne goril, ayağının dibinde yavrusu. Gümüşsırt beslenmeyi bırakıp bizden uzaklaşıp yukarılara tırmanıyor. Biz de hemen onun peşinden. Aramızda sadece bir çalılık, yaklaşık 1,5 metre ötemizde. Fotoğraflarını çekiyoruz. fotoğraf makinama teleobjektifi takacakken grubumuzdaki Avustralyalı bey sayesinde son anda vaz geçiyor geniş açı objektifi makinama takılı bırakıyorum. O bey bir gün önce Uganda’da goril safari yapmış. Safari esnasında fotoğraf makinasına teleobjektif takılı olduğundan ve geniş açı objektifi yarı yolda görevlilere bıraktığından gorillerin sadece burnunu çekebilmiş. Teoride gorillere 7 metreden fazla yaklaşmak yasak ancak pratikte bu mesafe 1,5 / 2 metreye kadar iniyor. Çalılığın hemen arkasındaki yaklaşık 200 kilo çeken gümüşsırt bizim varlığımızdan rahatsız olup, bir hışım aşağıya doğru inişe geçiyor. Grubun en arkasında, dar bir geçitten yukarı doğru tırmanan Yves’e doğru seyrediyor. Ben yukarıda, Yves aşağıda çok korkuyoruz. Olivie Yves’e direktiflerini sıralıyor; “Ani hareket etme, gözünün içine bakma, kafanı öne eğ!” Neyse gümüşsırt Yves’in yanından bir hışım aşağıya iniyor ve yere oturup beslenmesine devam ediyor. Biz yukarıdaki dişi gorili ve çocuklarını fotoğraflıyoruz. Dişi de gümüşsırtın bulunduğu mekana çocuğuyla birlikte geliyor. Tuvaletini yapıp, üzerine oturuyor. Tuvaletin üstüne kara sinekler üşüşüyor. Etrafı kesif bir koku kaplıyor. Beslenmelerini tamamlayan gümüşsırt ve dişi goril tumba yere devrilip yatıyorlar. Bebek goriller çok oyuncular. Annelerinin üstüne hop çıkıp, hop iniyorlar, ardından da ağaçlara tırmanıyorlar. Bizim orada olmamız gorillerin umurunda bile değil. Sukunetlerini bozmuyor, bizi kaale almadan normal hayatlarını sürdürüyorlar. İyi ki de almıyorlar. Binbir surat gümüşsırt suratını şekilden şekle sokuyor. Biz de bu mimikleri fotoğralayabilmek için adeta birbirimizle yarışıyoruz. İnsanlara benzerlikleri hayli şaşırtıcı. Goriller sabah 6 ile 10 arasında uyanıyorlarmış. Uyanır uyanmaz beslenmeye başlıyorlar. Günde iki kere besleniyorlar geri kalan zamanda arada çifleşiyorlar, bolca da siesta yapıyorlar. Akşam 6 civarında bulundukları mekana ağaç dal ve yapraklarından korunaklı yuvalarını yapıyorlar o geceyi geçirmek için. Parkin goril iz sürücüleri bir akşam önce goril ailesi nerede kamp yaptıysa ertesi sabah aynı mekandan iz sürmeye devam ediyorlar. Goriller her gün taze yaprak yiyebilmek için gün içinde yerlerini değiştiriyorlar.


Gorillerin hamileliği insanlarla aynı, 9 ay sürüyor. Genelde 1 bebek, nadir olarak ikiz doğuruyorlar. İnsanların parmak izleri neyse gorillerin de burunları ayırt edilmelerinde önemli bir etken. Keyiflendiklerinde ayrı, tehlike anında ayrı ses çıkartıyorlar. Keyifle beslenirken de şapırdanıyorlar. Gorilleri doğal ortamlarında gözlemler ve fotoğraflarını çekerken 1 saatin nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Onları gözlemlerken kah şaşırıyor, kah gülüyoruz. Onlarla hatıra fotoğrafı çektirmeye çabalıyoruz. Belgesel tadında ama insan zulmünün karşısında masum doğanın çaresizliğinin boyutlarına isyan ettiren, dağ gorillerinin tüy kaplı ve insanın tüylerini diken diken eden o dev cüsseden beklenmeyen yumuşak bakışlarına hayran bırakan ve canıyla da ödese kararlı ve gerçekten seven bir insanın neler yapabileceğini gösteren, bugün benim Uganda’da yaşamama neden olan film… Meltem Yaşar
1 saati 1 dakika bile geçirmeden gözlerimiz arkada inişe geçiyoruz. Saat 14:00 gibi arabaların yanındayız. Vakit kaybetmemek için Kinigi Guest House’a dönmüyor Ruhengeri’de bir restorantta öğle yemeğimizi yiyoruz. Yemekte tabi ki konumuz goriller. Ancak yemek öncesi ORTPN’nin yolumuzun üzerindeki ofisine uğrayıp Goril Trekking Sertifikalarımızı alıyoruz.
Yemek akabinde bölgedeki İkiz Göller diye de anılan “Bulera Gölü” ve “Ruhondo Gölü”ne kuşbakışı konuşlanmış Virunga Lodge’a uğruyoruz. Dip dibe iki volkanik krater gölü ve etrafında Virunga Volkanik Dağları. Mukungwa Nehri Bulera Gölü’ne ulaşıp, suyun yoğunluk farkı nedeniyle göl suyuyla karışmadan boylu boyunca ilerleyip gölün öbür yakasından dışarı çıkıp komşu göl Ruhondo’da yoluna aynı şekilde gölün suyuna karışmadan devam ediyor. Hayli ilginç, değil mi? Manzara nefes kesici. Lodge’un bahçesinde yürüyoruz. Bize goril safari sırasında izin veren yağmur yağmaya başlıyor. Özellikle goril safari için satın aldığımız yağmurluklar böylece gizmete giriyor. Viruga Lodge’da iki yakaya bakan 4’er bungalowdan toplam 8 bungalow var. Verdiği butik hizmet doğrultusunda Virunga Lodge’da geceleme bedeli kişi başı 500$ ile cep yakıyor.
Biz tıpış tıpış makul bedelli Kinigi Guest House’un yolunu tutuyoruz. Akşam yemeği öncesi tüm çamurlarımızdan arınmak için üstün bir çaba sarfediyoruz. Ayakkabılarımızı yıkasak ertesi sabaha kurumayacağı için yanımızda getirdiğimiz yer fırçasıyla üzerinde kurumaya yüz tutmuş çamurları fırçalıyoruz. Duş ve temiz kıyafetler akabinde akşam yemeği için hazırız. Geç öğle yemeği neticesinde iştahsız oturduğum akşam yemeğinde porsiyonların hatırı hayli sayılıyor. Tabaktakilerin yarısını bile bitiremiyorum. Birer kadeh kırmızı şaraptan sonra üstümüze günün yogunluğu çöküyor. O yorgunlukla erkenden sızıyoruz.
Altın Maymunlar
Ertesi sabah erken bir kahvaltı akabinde istikamet yine Volkanlar Ulusal Parkı, Kinigi Merkez Büro. Bu sefer bambu ormanlarında yaşayan Golden Monkey/Altın Maymunlar’ın habitatına ziyaret. Bu seferki rehberimiz Francis 15 kişilik grubumuza kısa bir brifing veriyor.
• Sürekli hareket halinde olan maymunlara yanaşmayla ilgili bir mesafe yok. Zaten onlar insanlara yanaşmıyorlar.
• Flaşlı fotoğraf çekilmesine izin var.
• Maymunlarla aynı ortamda 1 saatten 1 dakika bile fazla kalınmasına izin verilmiyor.
• Gruplar maksimum 15 kişiden oluşuyor.
• Maymunları ürkütmemek için alçak sesle konuşmak burada da geçerli.
• Maymunların ortamında sigara içmek, bir şeyler yemek ve içmek de yasaklar arasında.
Kısacası maymunlar daha bir kalender hayvanlar, daha az protokolle altın maymunlarla 1 saat geçirilebiliyor. 15 kişi arabalara dağılıp, konvoy halinde trekking başlangıç noktasına doğru yola çıkıyoruz. Saat 8 :25’de yürüyüşe başlıyoruz. İçimizde obez limitlerini zorlayan Amerikalı genç bir hanım var. Maymun parkuru dünkü goril parkuru gibi zorlu değilmiş ama yine de kafamızda bu hanımla ilgili soru işaretleri var. Tırmanmaya başlayalı daha 5 dakika bile olmadan genç hanım havlu atıyor ve Francis ile birlikte geri arabaların bulunduğu mekana dönüyorlar. Biz de patates tarlalarının arasında beklerken bulduğumuz börtü böceklerle hatıra fotoğrafları çektiriyoruz. Minicik, sevimli bir bukalemun elden ele dolaşıyor. Kenarda iki çocuk. İngilizce bilmiyorlar ama bir şekilde anlaşıyoruz. Birbirimize isimlerimizi söylüyoruz. Birinin üzerinde pembe mont, ayağında kırmızı çizmeler. Kıyafetinden kız olduğunu sanıyorum ama adını söyleyince anlıyorum ki yokluktan ne bulursa giymiş fakir bir erkek çocuğu. Français geliyor, yola devam. Kilolu genç turist hanımın yarın da goril safarisi varmış. Altın Maymun safarisinin ilk 5 dakikasında havlu atan goril safariyi asla tamamlayamaz. Hanım yarın safari yapabilmek için 8 kişi kiralayacakmış. Her kişi yarımşar saatten hani eski zamanlarda bizim sarhoşların taşındığı küfe misali hasırdan bir koltukla sırtta değişimli olarak yukarı taşınıp, bir saat sonunda da aşağıya indirilecekmiş. Demokraside çareler tükenmez. Hayalini böylece gerçekleştirmiş olacak. Ancak taşıyıcılara Allah kuvvet versin. Bu arada park sınırına kadar çocuklar bizi takip ediyorlar.
Altın Maymunlar sadece Kongo, Uganda ve Ruanda’da bambu ormanlarında yaşıyorlar. Ruanda’daki nüfusları sadece 300 adet. Maymunlar ağızlarının tadını biliyor bamboo shoots diye adlandırılan bambu sazlarının iç kısımlarını yiyorlar. Ulu orta çiftleşen gorillerden farklı çiftleşme dönemlerinde maymunlar grubun dışına çıkıp geri dönüyorlarmış. Dişi maymunların rengi turuncu, erkeklerin ise daha kahverengiye çalıyor. Altın maymunlar adlarını dişilerin bu turuncu renginden alıyor.
Sık bambu ormanına dalmamızla ayak bileğimize kadar çamura batmamız bir oluyor. Ancak bugün de pantalon paçalarımıza taktığımız konçlarımızla tedarikliyiz. Bu arada, rehberimiz Francis sürekli telsizle konuşarak "iz sürücüler"den maymunların konumuna ait bilgi alıyor. Görevliler sık ormanda bize maşetle geçit açıyorlar. Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşün ardından Français maymunların bulundukları yere yaklaştığımızı söylüyor ve hemen ardından iz sürücülerle karşılaşıyoruz. Francis, bu noktada sırt çantalarımızı bırakmamız gerektiğini, bundan sonrasında bambuların çok daha sıklaşacağını ve ilerlememizi güçleştireceğini söylüyor. Biz de söz dinleyip iz sürücülere bastonlarımızı, sırt çantalarımızı emanet ediyoruz. Maymunların mekanına sonunda varıyoruz. Orman çok sık, dolayısıyla da hayli loş. Fotoğraf çekmekte hayli zorlanıyoruz. Flaşla fotoğraf çekmek yasak değil. Işık yeterli olmayınca herkes flaşla çekiyor fotoğraflarını. Doğal görüntüden hayli uzaklaştıran flaşı mecburen ben de deniyorum. Çok hızlı hareket ettiklerinden, ancak birşeyler yemek için durduklarında fotoğraflarını net çekmek mümkün olabiliyor, tabi ışık yeterliyse. Yalnız, ağaçlar o kadar sık ve dalları ve yaprakları görüşü o kadar kapatıyordu ki, net bir fotoğraf yakalamak neredeyse imkansız. Maymunların yemek saati yok. Uyanıp tıkınmaya başlıyorlar, ta ki uyuyana kadar. Bambu sezonunun hakkını veriyorlardı. Bambu sezonu bittiğinde çevredeki diğer ağaçların taze yapraklarıyla besleniyorlarmış. Maymunlardan biri yerde bambu kökünü sarsalıyor. Kopardığı kökü soyup içinden çıkardığı dondurma külahı şeklindeki bamboo shootu afiyetle kemiriyor. Diğer tarafta yeni doğmuş bebeği karnına tutunmuş bir dişi maymun daldan dala atlıyor. Etrafta 15/20 civarında maymun bir o daldan bir ötekine habire devinip duruyorlar. Yağmur çisildemeye başlıyor. Maymunlarla karşılaştıktan tam 1 saat sonra bata çıka gerisin geriye dönüyoruz. 1 saati maymunlarla geçen toplam 3 saatin sonunda arabaların yanına ulaşıyoruz. Karanlık ortamlarında sürekli devinim halinde olan maymunların çektiğimiz fotoğraflarından ancak 2/3 tanesi net, gerisi flu ve dolayısıyla çoğu çöpü boyluyor. Bizce altın maymun safarisi yapmaya pek de gerek yoktu. Ancak yapmadan nereden bilebilirdik ki?
Bir gün önce öğle yemeği yediğimiz restorana gidiyoruz yine. Mükellef bir yemeğin ardından Kinigi Guest House’da üstümüzü değiştirip, bavullarımızı arabamıza yükleyip Kigali’ye doğru yola çıkıyoruz. Dönüş yolunda uzunca bir askeri konvoya rast geliyoruz. Konvoyu sollamaya izin yok. Biz de tıngır mıngır arkalarına takılıyoruz mecburen. Yolda pigme köylülerle karşılaşıyoruz. Şoförümüz Gaston soykırımdan sonra başa geçen hükümetin tüm pigmeleri ormanlardan çıkartıp evlere yerleştirdiğini söylüyor. Onlar da artık evlerde modern kıyafetleriyle yaşıyorlar, diğer Ruanda vatandaşlarından pek farkları yok boyutları dışında.
Afrika’nın hali hazırda pek tanınmayan şaşırtıcı bir köşesinden Nairobi’deki evimize doğru yola çıkmak üzere havaalanındayız. Kigali Havaalanı’nda yeni hizmete açılan salonda promosyon var. Salona giriş kişi başı 25$. Salona iki kişi aynı anda giriş yaparsanız sadece 1 kişi fiyatı ödüyorsunuz. Biz de aynen öyle yapıyoruz. Yüzümüzde güzel geçmiş bir tatilin tatlı gülümsemesi elimizde buz gibi biralarımız, ben gezi notlarımı temize çekerken Yves de dizüstü bilgisayarında raporunu yazıyor.


Hem iş, hem de keşif açısından hayli doyurucu bir gezinin daha sonuna geldik.
Afrika’nın bir başka ücra köşesinde apayrı bir macerada yeniden buluşmak üzere…