20.1.11

Kuşbakışı Reunion

Madagaskar’a 690 km uzakliktaki, Hint Okyanusu’nun kalbinde yer alan, yaklasik 3 milyon yasindaki volkanik ada Reunion’dayiz. Yolculugumuzun ilk günü 27 Aralik’ta Nairobi’den bir geceligine Moris Adasi’na (Mauritius) ve hemen ertesi gün 13 günlügüne Reunion Adasi’na geçiyoruz. Reunion’a bir önceki gelisimizde bassehri St. Denis’de sadece iki gün kalmis, bu kisitli zaman içinde St. Denis’i gezebilmis ve deneyimlerimi 15/07/10 tarihinde blogumda ve binrota’da yazmistim.
Kesif turlarimizi anlatmaya baslamadan önce kisaca adanin tarihçesine bir göz atalim;
Reunion Adasi Amerikan Koloni savasinda Ingiliz Kraliyet donanmasinin yenilgisinden hemen sonra Ingilizler tarafindan fethedilmis. Ingiliz donanmasinin tekrar bir araya gelisini ve yeni bir dönemin baslangicini simgeleyen « Reunion » adi verilmis adaya. Ancak I. Dünya Savasi sirasinda Ilgilizlerin Süveys Kanalini almasina karsilik bölgedeki güvenligi korumak isteyen, daha dogrusu o bölgeyi de kontrolü altinda tutmak isteyen Fransizlara verilmis ada. Su an halen Fransizlarin deniz asiri departmani olan ada Avrupa Birligi’ne bagli en uzak kara parçasi.



Komsu ada Moris’den (Mauritius) Reunion’a uçusumuz 50 dakika sürüyor. Geçen sefer basima gelenden sonra hazirlikliyim. Reunion vizemi Nairobi’de alip yola çiktim bu sefer. Havaalaninda polis kontrolden herkes vizir vizir geçerken benim kaydim yaklasik 15 dakika sürüyor vizem olmasina ragmen. Niyahet Reunion topraklarindayiz. Araba kiralamamiz da hayli uzun sürüyor. Burada da Güney Afrika’daki gibi arabayi teslim ederken her kösesini kontrol ediyor, en ufak bir çizigi bile not ediyorlar. St. Denis’in tepesindeki otelimize nihayet yerlesiyoruz.




Ögleden sonra arabamiza atlayip adanin batisina, St.Gilles’e gidiyoruz. Adanin bati kiyisi mercan adaciklariyla çevrili, dolayisiyla da yüzmek için güvenli. Adanin mercan adaciklariyla çevrili olmayan diger kiyilarinda her sene bir, iki kisi köpek baliklarina yem oluyormus. Dogal korumali St. Gilles sahilinde denizi kalabalik görünce biz de gönül rahatligiyla kendimizi Hint Okyanusu’na birakiyoruz. Ardindan minik sehirde tura çikiyoruz. Kiyida insanlar balik tutuyorlar. Dalistan dönen tekneler ekipmanlarini bosaltiyorlar. Ikimizin de Padi 1 yildiz brövemiz var. Hemen dalis okullarinin brosürlerini aliyoruz belki bir günü dalisa ayiririz düsüncesiyle. Limanda tekneler pesi sira. Kimileri hiz motoru, kimileri yelkenli, kimileri ise alti cam, akvaryum gezisi amaciyla kullaniliyor. Eger deniz dibini dalmadan, islanmadan görmek istiyorsaniz bu teknelerle gezi de cazip olabilir. Az ileride insanlar balik tutuyorlar. Arabamizi tam da Kuzey Afrika mutfaginin lezzetlerinden couscous restoraninin önüne park ettigimizi görüyoruz. Birçok Fransiz gibi couscous müptelasi olan esim hemen ertesi aksam için rezervasyon yaptiriyor.
























































































Ertesi gün ögleden sonra mayolarimizi giyip, aksam kiyafetlerimizi de yanimiza alip önce denize girmek için St. Leu, ardindan da St. Gilles’in yolunu tutuyoruz. St. Leu sahilinde bizden baska birkaç kisi daha var. Bu sahil de yine mercan adaciklariyla koruma altinda. Dalgalar kiyiya paralel mercan adaciklarinin üzerinden köpük köpük asiyor. Bu sahil yüzmek için güvenli ama yine de biz sahilden pek açilmiyoruz. Denizde keyif yaparken ilerideki tepeden rengarenk parapantelar gökyüzünde bizim sahile dogru süzülüyorlar. Günes batmak üzere, havadaki kizilligin içinde rengarenk parapantelar üzerimizde bir tur atip birer birer sahile inis yapiyorlar. Bu güzellikleri fotograflayabilmek için hemen fotograf makinami kapiyorum. Günes batti batacak, aklimizda bir gün parapante da denemeliyiz düsüncesiyle St. Gilles’deki couscous restoranina dogru yola çikiyoruz.



30 Aralik sabahi kahvalti akabinde St. Denis’e iniyorum turizm ofisinden adada yapilabilecek aktivitelerle ilgili detay bilgi almak üzere. Reunion adrenalin müptelalari için dogru adres. Helikopter veya ULM (Ultralight aircraft) ile ada üzerinde tur, parapante, tüplü dalis, trekking, rüzgar veya dalga sörfü bu aktivitelerden sadece birkaçi. Aktivitelerle ilgili brosürleri çantama atip sehirdeki Grande Marché, büyük pazara dogru yöneliyorum. Carsiya girer girmez üzerlerinde Gaugain’in Tahitili Kadinlar tablosunu animsatan figürlerin oldugu pareolar, çiçekli saç tokalari, islemeli masa örtüleri, rengarenk hasir sapkalar, çantalar, sIk ambalajli baharatlar ve vanilya paketleriyle egzotik bir adada oldugumu hissediyorum. Karsi koyamadigim birkaç seyi satin alip otele dönüyorum. Ögleden sonra Reunion’a gelirken yanimda getirdigim pastel boyalarimla iki resim denemesi yapiyorum. Aksam St. Denis merkeze iniyoruz. Nerede yemek yiyelim diye bakinirken bu sefer de arabamizi bir Türk restoraninin önüne park ettigimizi fark ediyoruz. Bu firsat kaçar mi? Tabi ki hemen daliyoruz içeri. Sahipleri Urfali. Önce Paris’e ardindan 2003 senesinde Reunion’a yerlesmisler. Keyifleri pek yerinde. Nasil olmasin? Harika bir hava, stressiz bir hayat, eh, iyi de kazaniyorlar. Kebaplarimizi bitirip bir daha görüsmek üzere sözlesip ayriliyoruz.




31 Aralik sabahi birkaç gündür adet haline getirdigim yüzme antremanim için havuz kenarina iniyorum. Yves odada bilgisayarinin basinda odayi home office olarak kullaniyor. Cantami hazirlarken bu sefer içine piyano notalarimi da koyuyorum. Daha önceki kalisimizdan otelin lobisindeki kuyruklu beyaz piyanoyu hatirlayip Nairobi’den notalarimi da beraberimde getirmistim. Lobiye indigimde çevrede pek fazla kisinin bulunmadigini görünce resepsiyon görevlisinden piyanoyu çalmak için izin istiyorum. Amacim Yves’e bir Yeni Yil sürprizi yapmak. Calmaya basladiktan yaklasik 3 dakika sonra Yves piyanonun basinda bitiyor. Ben sadece lobi ve civarinda duyuldugunu sandigim konserimin megerse tüm otele yayildigini ögreniyorum böylelikle.




Senenin son günü ve hayatimizda ilk defa bu aksam ne yapacagimizi, nerede yemek yiyecegimizi bilmiyoruz. Bundan da hayli keyif aliyoruz. Bakalim rüzgar bizi nereye götürecek? Adanin batisina, St. Gilles’e gitmeye karar veriyoruz. Saat 20.00 civari St. Gilles’e variyoruz. Insanlar halen üzerlerinde sort ve t-shirtler, parmak arasi terlikleriyle sokaklardalar. Birkaç saat sonra bir yil bitip, digeri mi baslayacak kimsenin umurunda degil. Allahtan kiyafetlerimizde abartiya kaçmadik. Üzerimde geçen yaz sonu Alaçati’da bir butikten aldigim uçus uçus bir bubuvari (bati Afrikali kadinlarin giydigi bir kiyafet) elbise, tek falsom biraz topuklu abiye ayakkabilarim. Eh, o kadar kusur kadi kizinda da bulunur. Restoranlari gözden geçiriyoruz. Fransiz menüsüyle Noel’e en uygun, samimi görüntülü birinde karar kiliyoruz. Saat 21.00’e kadar aperitif almak için bir baska bar/restorana gidiyoruz. Hiçbir sey hazir degil orada da. Restoranda o gecenin temasi Ruslar ve Rusya. Restoranin terasina kocaman bir buz getirmisler, üstünü votka siseleriyle süslüyorlar. Ardindan genç bir kiz etrafa yapay kar serpistiriyor, bizim de üstümüz basimiz dahil olmak üzere. Bize kirmizi seritli beyaz sapkalar ve yanip sönen bilezikler veriyorlar. Açilisi gecenin temasina uygun vokta ile yapiyoruz. Üzerine diger restoranda güzel bir kirmizi sarap esliginde yemegimizi yiyip, sampanyamizi da içtikten sonra St. Gilles’in sahiline iniyoruz ve kiyida yerimizi aliyoruz. Bizim gibi bir çok çift de inmis sahile. Tam gece yarisi havaifisekler gögü aydinlatiyor. Fransa’daki 14 Temmuz kutlamalarina benzemese de yine de fena hazirlanmamislar. Otelimize dönüyoruz. Sabaha karsi 4.30 civarlarinda Fransa’dan yeni yil kutlama telefonlari geliyor. Bilmiyorlar ki 3 saat farkimiz var ve biz uyuyoruz. Üstüne üstlük de yarin erkenden uyanip trekking yapmak gibi ulvi bir planimiz var.




Senenin ilk günü genelde bir gece önce geç yatildigindan ve de hayli içildiginden sagdan kalkip sola, soldan kalkip saga yattigimiz, bosa geçen bir gündür. Bizim için Afrika’ya yerlestigimizden beri bu durum degisti. Keyifli içip, dozunda birakip fazla geçe kalmadan uyuyup ertesi gün mutlaka bir aktivite yapiyoruz. Dolayisiyla senenin ilk günlerini pek sevmeyen ben artik pek bir müptelasi oldum.



Adada 3069 metre yüksekligindeki sönmüs volkan “Piton des Neiges” etrafinda yüzyillar içinde volkanik patlamalar neticesinde sekillenmis Cilaos, Mafate ve Salazie isimli 3 sirk ve bu üç sirkin de ertafinda trekking parkurlari var. Bu sene, senenin ilk günü aktivitesi olarak Sirk Mafate bölgesini seçiyoruz. Parkur 2 saat gidis, 2 saat dönüs olmak üzere toplam 4 saat sürüyor. Mafate’a gidis yolu sagli sollu yemyesil doga örtüsüyle kapli. Agaçlar o kadar sIk ki adeta bir bütünmüs gibi görünüyorlar. Daglarin tepesinden, agaçlarin arasindan beyaz kurdele seklinde akan sulara nedendir bilinmez ‘pisse en l'air’ yani ‘havaya iseyen’ adini vermisler. Sirk Salazie bölgesinde 100 adet “pisse en l’air’in bütün bir sene boyunca hiç durmadan aktigini ögrenince pek sasiriyoruz.
Sirk Mafate’a varinca parka arabamizi birakiyoruz. En yakindaki köy La Nouvelle’e iki saatlik yürüyüs mesafesindeyiz. Tiranmaya basliyoruz. Dagin tepesindeki bulutlar dagin eteklerine dogru iniyor, bizi adeta selamliyorlar. Bir süre bulutlarin içinden yürüyoruz. En tepeye geldigimizde tam o noktaya düsen bir helikopterde hayatini yitiren biri adina yapilmis bir anit mezarla karsilastigimizda ben biraz ürküyorum. Ürkme sebebim iki gün sonra ULM (Ultralight aircraft) ile ada üzerinde kus misali uçamayi planliyor olmamiz. La Nouvelle’e varisimiz dendigi gibi yaklasik 2 saat sürüyor. Gidis yönü basta tirmanma parkuru sonrasi genelde hep yokus asagi inisle rahatça geçiyor ama dönüs yolu acisini çikartacaga benziyor. Yol kenarinda piknik yapanlarla karsilasiyoruz. Gençler, çocuklu çiftler bu parkuru tercih etmisler. Hepsiyle selamlasip, iyi seneler diliyoruz. Kendimi Alplerdeki dag köyüne, çocukları sevmeyen büyük babasının yanına gitmekte olan Heidi gibi hissediyorum. Evler aynen Heidi’deki tasvir edildigi gibi. Köye vardigimizda yiyecek bir seyler bulmayi umuyoruz ama kapi duvar, kimse senenin ilk günü çalismiyor. Hatta açik buldugumuz bakkal bile ayin 10’una kadar her yerin kapali oldugunu söylüyor ve bize satis yapmiyor. Problem yok, tedarikliyiz nasil olsa. Sabahtan hazirladigimiz nevalemizi çikartip yiyor ve vakit kaybetmeden dönüs yoluna geçiyoruz. Parkurun baslangici hayli zorlu, tirman tirman bitecek gibi degil. En son 12 Aralik’ta Naivasha’da trekking yapmistik. Toplam 2 saatlik bir parkurdu ve bu kadar zorlayici degildi. Neyse, daha sIk trekking yapmamiz gerektigine karar veriyoruz. Toplam gidis dönüs 4 saat 15 dakikada arabamizin yanindayiz. Sis basmis, hava isisi hayli düsmüs, biraz üsüyoruz.
Ertesi gün kahvalti akabinde yine yola koyuluyoruz. Ilk duragimiz havaalani. Amacimiz yarin sönmüs volkan etrafindaki sirklerin ve halen aktif olan volkanin üzerinde uçus yapacagimiz ULM’leri görmek, eger yetkililer oradaysa konusup uçuklarla ve uçusla ilgili bilgi almak. ULM’lerin sahibi ve bir pilotla tanisiyoruz. Uçaklar iki kisilik, pilot disinda sadece bir yolcu kapasitesi var. Içine disina alici gözüyle bakiyor, hadi hayirlisi deyip oradan ayriliyoruz.




Hangarda uçagi ve hangari olan bir hanim araniyor yazili ilan gözümüze takiliyor.


Bu sefer amaç adanin güney dogusundaki dünyanin en aktif volkanlarindan biri olan, 2631 metre yüksekligindeki 500.000 yildir aktif “Piton de la Fournaise” civarinda trekking yapmak. 2010’da Piton de la Fournaise Ocak, Ekim ve Aralik basi olmak üzere 3 kere püskürmüs. Arada sarsintilar hissedildiginden Piton de la Fournaise’nin en son püskürdügü kraterine güvenlik nedeniyle trekking parkuru kapaliydi. Biz de 600 basamakla volkanin uzunca yillar boyunca sekillendirdigi ve sekillendirmeye de devam ettigi minik kraterinin de bulundugu sirke iniyoruz. Görüntü muhtesem. Ileride Piton de la Fournaise vakur bir sekilde sahnede yerini almis, biz onun eseri üst üste lav katmanlarinin olusturdugu sirkdeyiz. Taslasmis lavlarin üzerinde yürürken isi degisimi dolayisiyla olusmus çatlaklarin arasindan boy gösteren ciliz bitkilerin fotograflarini çekiyoruz. Volkanin bir sonraki aktivitesine kadar sürecek kisa hayatinizin tadini çikartin diyorum bitkilere. Piton de la Fournaise dünyadaki en aktif volkanlardan. Normalde senede 1 kere aktif hale geçiyor. Ama bu sene az önce de bahsettigim gibi 3 kere püskürmüs. Minik kraterin tepesine çikip etrafinda yürüyüs yapiyoruz. Eger izin verilse Piton de la Fournaise’in tepesine yürümeyi isterdik ama ekipman olarak da hazirlikli degiliz. Zira her yerde eger volkanin tepesine yürüyecekseniz yaniniza kalin kiyafet, su, yiyecek, vs alin diye yazili tabelalar var. Her yil tedbirsiz bir kaç doga yürüyüsçüsü sis basmasi neticesinde yolunu kaybedip, geri dönemiyor ve yanlarinda da kalin kiyafetleri ve sulari olmadigindan hayatlarini kaybediyorlarmis. 600 basamagi geri çikmak bizi biraz zorluyor. Volkani yakindan gördük, fotografladik, kraterlerinden birinin etrafinda yürüdük, simdi sira her püskürdügünde adanin güney dogu kisminin haritasi degisen sahiline inip volkanin yillar içinde dogaya nasil sekil verdigini görmekte. Lavlar kalin seritler halinde denize dogru akmis ve taslasmislar. Öncelikle 2007’deki aktivitesinin lav kalintilarini görüp duruyoruz. Taslarin arasindan sicak hava adeta yüzümüze üflüyor. Taslara dokunamiyoruz bile. Oradaki bir bey bu sicakligin volkanin yakinda püsküreceginin bir göstergesi oldugunu söylüyor. Denize dogru uzanan taslasmis kapkara lav seritlerinin akabinde birden yemyesil doga örtüsü basliyor. Ardindan yine taslasmis lav seritleri ve ardindan yine yemyesil agaçlar. 1977 senesinde Piton de la Fournaise püskürmeye basladiginda lavlar çevredeki köyün kilisesinin sagindan ve solundan geçmis, kiliseye hiç hasar vermemis. O günden sonra yanmayan kilise 'L’église Notre-Dame-des-Laves / Notre Damme Lavlarin Kilisesi' olarak anilir olmus. Adanin güney dogusunda lavlarin denize ulastigi bu bölgede yagmur yagdiginda buharlasma ve yogunlasma yüksek oldugundan sis iniyor ve kiyiya paralel geçen yoldan arabayla geçise izin vermiyorlar. Lav hatlarinin çok da uzaginda olmayan yerlesim yerlerini görünce sasiriyoruz. Burada insanlar nasil huzurla uyuyabilir ha püskürdü, ha püskürecek bir volkan tepelerindeyken?
3 Ocak sabahi erken bir kahvalti ardindan havaalanina geliyoruz saat 8.30’a rezerve ettigimiz iki ULM (Ultralight aircraft) ile ada üzerinde uçus yapmak için. Mekanizmasinin büyük uçaklarla ayni, ama minik bir kopyasi oldugunu ögrendigimiz uçaklarin bir tehlike aninda kullanilmak üzere parasütleri de var. Minicik, oyuncagimsi uçaklardan ben birine, Yves digerine pilotlarla birlikte biniyoruz. Türkiye’de kimseye söylemiyorum ULM ile uçus yapacagimizi. Anneme bahsetsem ertesi gün benden “Anne hayattayim” diye telefon gelene kadar uyumaz. Biz küçükken benim her gereksiz adrenalin denememde, mesela her agaç tepesine çikigimda türlü numaralarla beni asagiya indirmeye çalistigini hatirlayip, buna da su koyar düsüncesiyle ablama da bahsetmiyorum ULM projemizden. Bahsetsem basima gelecekleri biliyorum. Internete girilecek ve ULM ile ilgili tüm bilgiler taranacak. Ardindan excelde ULM kazalariyla ilgili bir tablo hazirlanip tarafima gönderilecek. Neme lazim? Kararimizi vermisiz, kafamizi bulandirmanin alemi yok deyip kaza aninda kolay teshis edilebilmek için hüviyetlerimizi deyanimiza alip havaalanina dogru yola çikiyoruz. Ne olur ne olmaz? Havaalaninin uçus kulesi uçus iznini veriyor ve Yves’in uçagi benimkinden önce ayriliyor pistten. Biz de pesinden. Ben ilk basta biraz tedirginim. Ancak manzaranin mükemmelligi karsisinda kisa bir süre sonra tedirginligimi atip bol bol bu güzellikleri fotograflamaya basliyorum. ULM çok gürültülü oldugu için kafamizda kasklar ve kaslarimizdaki mikrofonlarla konusuyoruzpilotla. Pilot Madagaskar dogumlu uzun bir süredir Reunion’da yasayan bir Fransiz. Fransizcasinda o agir Madagaskar aksaninin olmamasi hayli sasirtici. Ilk olarak Sirk Salazie’nin üzerinden geçiyoruz. Salazie ve bölgesi adanin en çok yagis alan bölgesiymis. Eh agaçlarin sikligi ve yesilin renginden bu kolayca anlasiliyor. Sirk Salazie’de hani o daha önce bahsettigim havaya iseyen daglarin tepesinden beyaz kurdelalari çagristirarak akan sulari görüyoruz. Ardindan adanin güney dogusuna, aktif volkan Piton de la Fournaise’e dogru yöneliyoruz. Kraterin tam da üzerini bulutlar kaplamis. Biz de civarini görüyor ve fotografliyoruz. Bir sonraki etap adanin bati yakasi. ULM ile yan yatip iki kere kendi ekseni etrafinda daireler çiziyoruz. Pilot uçagin kontrolünü kisa bir süreligine bana birakiyor. ULM’i biraz yukariya, biraz asagiya, biraz saga, biraz sola kaydiriyorum. Az sonra Yves’in içinde bulundugu ULM bizimkinin yanina geliyor. Onlardan daha zayif olmanin avantajiyla daha yüksekten uçabiliyoruz. Birbirimizin fotograflarini çekiyoruz. Bu turu görüs açikken, ada bulutlarla kaplanmadan önece, yani sadece sabahlari yapiyorlar. Ögleden sonra adanin daglik bölgeleri tamamen bulutlaniyor. Sirk ve volkan görülemeyecekse de uçmanin bir anlami olmuyor. Hem bulutlarin içinden de uçus izni vermiyorlar ULM’lere. Mercan bariyerlerinin kiyiya paralel oldugu adanin bati yakasindan geçiyoruz. Kiyida insanlar dalga sörfü yapiyorlar. Digerleri günesleniyor. Bir kaç yelkenli kiyiya paralel seyir ediyor. Dün ve bir önceki gün trekking yaptigimiz yerlerin kus bakisi fotolarini çekiyoruz. Bu fotograflari çekerken kuslar ne kadar da sanslilar, böylesine doga harikalarinin üzerinde özgürce uçabildikleri için diye düsünüyorum. St. Denis’e Roland Garos Havaalani’na tam yaklastigimizda yagmur basliyor. Yalitimimsiz oldugunu böylelikle ögrendigim ULM’imizin camindan yagmur sulari giriyor. Havaalanina dönüyoruz suratimizda kocaman bir gülümsemeyle. Yemyesil bir peyzaj, aralardan akan sular, sönmüs volkan Piton des Neiges’in yüzyillar içinde olusturdugu sirkler ve rüzgarin ahengine kendini birakmis, sekilden sekile giren bulutlarin üzerinde uçmak insana ayri bir özgürlük duygusu veriyormus. Bu keyifli yolculugu bir daha denemeli, ama ne zaman diye düsünüyorum.









St, Paul’de Cuma ve Cumartesileri kurulan pazarin methini duyup son gün otobüse atlayip pazara gidiyorum. Ne Alaçati pazari, ne Dinard pazari yarisabilir bu pazarla. Olsa olsa yillar öncesinin Sali Pazariyla boy ölçüsebilir boyutta St. Paul pazari. Pazarin nerede kuruldugunu sormaya gerek görmeden otobüsten inen diger kadinlarin pesine takiliyorum. Pazar rengarenk. Bir tarafta litchi, tamarin gibi adini hiç duymadigim ilginç tropik meyve ve sebzelerin satildigi tezgahlar. Az ileride tiril tiril elbise ve pareolar. Kösede yine çiçekli tokalarin sergilendigi ayri bir tezgah. Capcanli renkli hasir sapka ve çantalar. Sapka ve çantalarda aklim kaliyor. Eh, St. Denis’deki büyük pazardan bir hasir çanta aldim ama tasiyamam düsüncesiyle sapka alamamistim. Yine karsima cazip renk ve sekilleriyle sapkalar çikinca bir kaçini deniyorum ama almadan ilerliyorum aklim o tezgahta kalarak. Pazarda daha fazla oyalanmadan St.Denis’e giden bir otobüse atliyorum. Ögleden sonra haftasonunu geçirmek üzere komsu ada Moris’e (Mauritius) geçiyoruz. Haziran 2010 gezimizde Moris Adasi’na da ugramis, gezdigim kadarini blogumda yazmistim. Moris Adasi anilarimla bir sonraki yazimda bulusmak üzere simdilik hosçakalin...