8.2.12

Fransa Kraliyet Mezarlığı, St. Denis Manastırı...

Paris'in kuzey banliyölerinden birinde büyük bir gotik manastır kilise örneği, Saint-Denis Bazilikası'ndayım. Aslında oraları gezeli tam 4 yıl olmuş, ancak araya ülkeler arası taşınmalar, başka geziler ve o gezilerle ilintili yazılar, benim sonu gelmez (gelmesin de, ben böyle memnunum) hobilerim girince araya kağıdı kalemi elime yeni alabildim. Artık naftalinleyip de rafa kaldırdığım konuları kaleme almaya kararlıyım. Bu ilki...
Kral I. Dagobert tarafından 7. yüzyılda yaptırılan Saint-Denis'in naaşının bulunduğu bazilika çevresinde gelişen şehirde Fransız Kralı Louis VI ve Louis VII'nin sırdaşı, başkeşiş Abbot Suger (1136-47) St. Denis Manastır kilisesini tekrardan gotik üslupla inşaa eder. Koroyeri, apsisi ve nefi ise Kral IX. Louis (1214-1270) tarafından gotik üsluba uygun yeniden yaptırılır. Gotik manastırların ilki ve en önemlisi Saint Denis Manastırı gerek Kuzey Fransa, gerek İngiltere gerekse diğer Avrupa ülkelerine mimari özelliğiyle örnek teşkil etmekte. Orta çağda Fransa kralının nüfuz simgeleri olan savaş bayrağı ve kutsama töreni nesneleri de bazilikada. 10. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında tahta çıkmış hemen hemen tüm Fransız kralı ile yakın akrabaları ve sarayın önemli ileri gelenlerinin bu kiliseye gömülü olması dolayısıyla günümüzde St. Denis Manastır kilisesi "Fransa Kraliyet Mezarlığı" diye de anılmakta. Bu kilisenin batı cephesi ve başka bölümleri 19. yüzyılda Eugéne-Emmanuel Viollet-le-Duc tarafından onarılmış. Fransız Devrimi sırasında kaldırılan bu mezarlar sonradan yeniden kiliseye geri taşınmış.


Paris'in dışında yaralanan Jeanne D'Arc 13 Eylül 1429'da bağlılığının göstergesi olarak St. Denis Manastırı'na bütün silahlarını bağışlamış.


















Ben kilisede Fransa krallarının ve sülalelerinin mezarlarının olduğunu duyar duymaz tarihi mezarlıklara karşı özel ilgim olduğundan Saint-Denis Bazilikası'na gitmem vacip olmuştu. Paris'de kaldığım aynı dönemde Le pere Lachaise mezarlığını saatlerce gezmiş, ünlülerin mezarlarını harita üstünde bulup, iz sürerek ziyaret etmiş ve fotoğraflamış, ardından da tabi ki konu ile ilgili ayrıntılı bir yazı yazmıştım.


Şimdi sıra Saint-Denis Bazilikası'nda.
İşçilikleriyle hayli göz dolduran Rönesans döneminden kalma mezarlardan bazilika içindeki en çarpıcıları, XII. Louis, Anne de Bretagne, I. François (1515-47), Claude de France, II. Henri (1547-59) ve Catherine de Médicis'ye ait olanlar.
Manastırın 18. yüzyılda inşa edilmiş olan yapıları, I. Napoléon'un emriyle Légion d'Honneur sahiplerinin kızlarının eğitim gördüğü bir okula dönüştürülmüş.
Kral ve kraliçelerin mermerden temsili büstleri, heykelleri mezarlar üzerine yerleştirilmiş. Ancak Fransız Devrimi sırasında yetkililer tarafından mezarlar açılmış. Mezarlardaki ölülerin kemikleri toplanıp yakındaki iki büyük çukura konulmuş. O dönemde arkeolog Alexandre Lenoir bir çok anıtı sanat eseri niteliği taşıdığı gerekçesiyle Fransız Anıt Müzesi'nde muhafaza etmek amacıyla devrim görevlilerinin elinden kurtarmış.
Napoleon Bonaparte 1806 yılında kiliseyi tekrardan açmış, ancak kraliyet ailelerinin toplu mezarlarda kalmasına karar vermiş. Napoleon'nun Elba'da sürgünde olduğu sırada toplu mezarlar açılmış, ancak kemiklerin tek tek kimlere ait olduğunun tespiti çok zor olduğundan toplu olarak kemikler kiliseye getirilip iki mermer plakanın arkasındaki hazneye konularak muhafazaya alınmış.
Kral XVIII Louis 1824'de hayatını kaybettiğinde Louis XVI ve Marie Antoinette'in yanındaki mezara gömülmüş. Mimar Viollet-le-Duc'ün direktifiyle kilise anıtları Fransız Anıt Müzesin'den kiliseye geri getirilmişler.
Kral XVI. Louis ile Kraliçe Marie Antoinette'nin ikinci oğlu XVII. Louis, (Normandiya Dükü Louis-Charles ya da diğer adıyla Veliaht Louis Charles) (1789-93) babası XVI. Louis'nin idam edilmesinin ardından kralcılar tarafından tahtın varisi olarak ilan edilerek 1793'ten ölümüne değin Fransa Kralı ünvanı taşır.
Ağabeyi Louis-Joseph'in devrimin başlamasından hemen sonra, Haziran 1789'da ölmesi üzerine veliaht oluncaya değin Normandiya Dükü ünvanını taşıyan Louis-Charles ya da XVII. Louis Fransa'da monarşi yönetiminin 10 Ağustos 1792'deki halk ayaklanması sonucunda yıkılmasının ardından kraliyet ailesinin öteki üyeleriyle birlikte Paris'teki Le Temple adlı hapishaneye kapatıldı. Babasının 21 Ocak 1793'de idam edilmesinden hemen sonra sürgündeki Fransız soyluları tarafından Fransa Kralı ilan edilir.
Annesi Marie Antoinette 16 Ekim 1793'te giyotinle idam edilmesinin akabinde Louis yeniden Le Temple'a hapsedilir. Hapishanedeki kötü koşullar nedeniyle sağlığı hızla bozulan Louis lenf bezleri vereminden hayatını kaybeder.
Louis'in yaşamının son dönemine ilişkin bilgilerin sınırlı olması çeşitli söylentilere yol açar. Kimileri kralın aslında ölmeyip hapisten kaçtığını, kimileriyse zehirlendiğini öne sürer. Bu iddialar sonraki yıllarda otuzu aşkın kişinin XVII. Louis oldukları iddiasıyla ortaya çıkmasına sebep olur. Bu arada XVII.Louis'nin kalbi bir Pelletan öğrencisi tarafından vücudundan çıkartılarak çalınır. Kristal vazo içinde muhafaza edilen kalp 1830 devrimine kadar Pari Başpiskoposu tarafından muhafaza edilir. 1975 senesinden itibaren de XVII.Louis'in kalbini ihtiva eden kristal vazo Fransız Devrimi sırasında idam edilen babası XVI. Louis ve annesi Marie Antoinette'in mezarlarının da bulunduğu St. Denis Bazilikası'nda korunur.
2000 senesinde XVII.Louis'nin kalbinden alınan örnekle ebeveynlerinin ve kızkardeşinin kemiklerine uygulanan karşılaştırılmalı DNA testinde kristal vazo içindeki kalp geçer notu alarak XVII.Louis'e aittir diye tescillenir. Küçücük çocuğu zindanlarda çürütüp, bu da yetmeyip kalbini çalarak türlü işkenceye maruz bıraktıktan yüzyıllar sonra nihayet XVII.Louis'in kalbi 8 Haziran 2004'de St. Denis Bazilikası'na gömülmeye hak kazanır. Buruk ama mutlu SON'...






















































































Şövalesini kurmuş bir ressam mermer lahitleri kulaklığından dinlediği müzik eşliğinde resmediyordu. Ne keyif...





5.2.12

Bir Kitap da Sen Bağışla !

Hatay'ın Reyhanlı ilçesinin Karasüleymanlı Uzunköy İlköğretim Okulu'nda imkanların oldukça kısıtlı olması dolayısıyla henüz kurulu bir kütüphaneleri yok, öğrencilerin ailelerinin de maddi imkanları kısıtlı, dolayısıyla kitap satın alamıyorlar. Durum böyle olunca okullarında bir kütüphane kurma kararı almışlar. Ama bunun için desteğe ihtiyaçları var. Tek istedikleri hikaye, roman, dergi, ansiklopedi türü kitapların okullarına kargo olarak yollanması, hepsi bu. Benim buradaki kitaplığımda çocuklara yönelik kitap yok maalesef. Ancak diğer birçok blog sahibinin yaptığı gibi blogumdan duyuru yapıyorum evlerindeki kitaplıklarında çocukların ilgisini çekecek kitapları göndermek isteyenler olabilir düşüncesiyle. Eminim evlerinizde artık okumadığınız, sürekli tozunu almaktan da hayli sıkıldığınız kitap ve yayınlar vardır. Ayrıca blogları olanlar bu projeyi bloglarında paylaşabilirler. Ne kadar çok kişiye duyurabilirsek proje o ölçüde başarılı olacaktır.




Eğer bu projeye destek olmak isterseniz aşağıdaki linke tıklayarak daha detaylı bilgi sahibi olabilirsiniz.
http://www.kitapkolik.net/koy-okulu-icin-kutuphane-projesi

4.2.12

Sudan'da savaş çanları kimin için çalıyor...

"Sudan Devlet Başkanı Ömer Hasan El Beşir, petrol gerginliği nedeniyle geçen sene Sudan ve Güney Sudan olarak bölünen iki ülke arasında savaş çıkabileceğini söyledi.

Beşir verdiği röportajda "Sudan ile Güney Sudan arasında savaş çıkabilir mi?" sorusuna, savaşı başlatan taraf olmayacaklarını, ancak böyle bir ihtimalin olduğunu, barış istemelerine rağmen buna mecbur kalırlarsa savaşabilecekleri cevabını verdi.
Sudan'ı yüzlerce milyon dolar değerinde petrol çalmakla suçlayan Güney Sudan hükümeti, geçen ayın sonlarında ülkedeki 900'den fazla kuyuyu kapatarak petrol üretimini durdurmuştu."
Haber kaynağı: Dünyabülteni.net 04/02/2012

Biz Etiyopya'ya taşınıyoruz, ortalık toz duman haline geldi.

Etitopya'nın kuzeyinde, Eritre sınırında bir süre önce turistler saldırıya uğradılar. 5'i hayatını kaybederken, 4'ü yaralı kurtuldu, birkaçı da rehin alındı. Etiyopya hükümeti suçu kanlısı Eritre'ye atıyor. Eritre de aynen suçu Etiyopya'da buluyor.

Kenya zaten Somali ile bir süredir savaş halinde. Hele bir de 2012 Kenya'da seçim yılı. Umarım 2007 sonunda yaşanan etnik çatışmalar yine siyasetin en yüksek koltuğunu kapma uğruna yaşanmaz. Seçim süreci sakin geçer.

Ya Etiyopya'nın batı komşusu Sudan'a ne demeli şimdi? Bir o eksikti. O da kaynamaya başladı. Afrika ülkelerine bir çift sözüm var :

"BÜYÜK ULUSLARIN DOLDURUŞUNA LÜTFEN GELMEYİN!"

Eski anlamda sömürgecilik kavramı günümüzde OUT amaaaaaa, aması var, dış güçler Afrika'ya karşı sömürgecilik yaklaşımını değiştirdiler, sömürgeciliğe daha bir çağdaş görünüm kazandırdılar. Sizleri maşa olarak kullanıyorlar kendi çıkarları için.

LÜTFEN ALET OLMAYIN!!!

Hu beni duyan var mı acaba?

3.2.12

Winnie the POOH...

Benim piyano hocası Winnie meğerse beni jazz piyanisti Diana Krall'a benzetirmiş. Bu olağanüstü iltifat karşısında "Pöf, daha neler" diyeceğime ne desem beğenirsiniz? Ağzımdan aynen şu kelimeler çıktı "Winnie the POOH!". İkimiz de kahkahalarla gülmeye başladık. "Bu aynen hani bizim bütün Uzakdoğuluları birbirine benzetmemize, hangi milletten olduklarını anlamamamıza, Çinli'yi Japon, Japon'u Endonezyalı, Endonezyalıyı Malezyalı sanmamız gibi birşey sanırım. Bu Winnie'nin beni ne kadar çok sevdiğinin bir göstergesi olsa gerek. Bu durumda bana gönül gözüyle baktığı için sanırım o güzeller güzeli, gerek güzelliğine, gerek zerafetine, en çok da müziğine hayran olduğum Diana Krall ile aramda bir benzerlik kurmuş zaar. Bunu bana söylediğinde suratına anlamsızca bakıp "Winnie sana ne ısmarlayayım?" diyeceğime, müzik okulunda olduğumuz için "Winnie sana ne çalayım?" dedim. Zaten sınav parçaları üzerinde çalıştığımız için "O zaman, haydi bana jazz parçanı çalıver" dedi. Eh, başladım çalmaya da acucuk ucundan Diana Krall'a benzetiliyor olmak bana bu parçayı çalmada ekstra bir avantaj sağlamıyordu tabi ki. "Klasik bir parça ver, gözünün yağını yiyeyim Winnie" dedim. Bu sefer anlamsız bakma sırası ondaydı. Çok iğrencim, biliyorum. Ayrıca bu sözden de NEFRET EDERİM. Ancak, cümle içinde kullanmak istedim, ne yapayım? Pek çaktırmasam da klasik biriyim ben aslında, dolayısıyla da klasik parçalara yöneliyorum hemen. Of dedim Winnie'ye benim içimde Afrikalıların hani o doğasında olan jazz ritmi yok. Amerika'da da zaten "Jazz", "Blues" Afrika'dan hani zorla Yeni Dünya'ya şeker plantasyonlarında çalıştırılmak üzere götürülen zenciler sayesinde doğmadı mı? Adamların içinde gerçek ritm duygusu, (+) müzik kulağı, dolayısıyla bunlara ilaveten dans kabiliyeti, sporda yüksek yetileri, vesaire, vesaire, var da var işte. Sizi bilmem ne dersiniz, ama Ben Afrikalılara ÜSTÜN IRK diyorum. Neyse biz konumuza dönelim. "Bak Winnie!" dedim. "Ben bu parçanın içine ediyorum, gel yol yakınken dönelim, 3. parça olarak paşa paşa bir klasik partisyon seçelim". Winnie Nuh dedi Peygamber demedi. Dedim, Kenya'nın ileri gelen piyanistlerinden Winnie'nin zaar bir bildiği vardır. Hele bir de Winnie beni ilginç benzetmesiyle taltif etmiş, bu durumda ona asla karşı gelemezdim, tabi ki boyun eğdim.



Neredeyse sınava gireceğime bunalıma girmek üzereydim kiiiiiiiiiiii.



Merak ettiniz değil mi, şimdi ne aşamada olduğumuzu.


Söylemiyeceğim, işte, acucuk daha merak ediverin :-).



Tamam tamam, bugün ağzımda bakla ıslanmıyor.



Hayli kilolu Winnie sayemde bir taşla iki kuş vurup birkaç kilo verip form tuttu.



Ben mi?






Yuppi!!! Çabalar meyvelerini gayet güzel vermekte....



Teşekkürler Winnie...