2004 Nobel Barış Ödülü sahibi, küresel çevre hareketinin önemli isimlerinden, çevre eylemcisi Wangari Maathai 71 yaşında hayatını kaybetti.
Barış Ödülünü çevre bilincini artırma, kadın hakları ve yolsuzluk karşıtı eylemleri sebebiyle 2004 yılında kazanan Maathi, bu ödüle layık görülen ilk Afrikalı kadın olarak tarihe geçmişti.
Kenya'nın başkenti Nairobi'de hayata gözlerini yuman Maathi, kanser tedavisi görüyordu.
Wangari Maathai'nin ölümü küresel çevre ve kadın hareketi açısından önemli bir kayıp olarak değerlendiriliyor.
Veterinerlik alanında profesör olan Wangari Maathai, uluslararası arenada 1980'ler ve doksanlı yıllar boyunca sürdürdüğü ağaçsızlandırma karşıtı eylemler sonrasında tanındı.
Maathai'nin kurucuları arasında bulunduğu Yeşil Kuşak Hareketi, (Yeşil Kuşak Hareketi ile ilgili 15/04/2009'ya yazdığım yazı) 1977'den bu yana orman alanlarının tarıma açılmasına karşı eylemler yürüttü, Afrika'da yirmi milyondan fazla ağacın dikilmesini sağladı.
2002 yılında milletvekili seçilerek Kenya meclisine giren Maathi, bir dönem hükümette çevre bakanı yardımcılığı görevi yaptı.
Maathai son dönemlerde çevre karşıtı politikaları sebebiyle Kenya'daki Daniel Arap Moi hükümetine karşı eylemlerde bulunmuş ve birkaç kez gözaltına alınmıştı.
2008 yılında, Kenya hükümetindeki bakanların sayısının artırılmasına tepki olarak düzenlenen bir eylemde göz yaşartıcı gaza maruz kalması sebebiyle gündeme gelmişti.
"Adalet, eşitlik ve ekolojik bütünlük"
Wangari Maathai, 2004 yılında Nobel Barış Ödülü'nü alırken yaptığı konuşmada adil ve eşitlikçi kalkınma olmadan barışın mümkün olamayacağını, kalkınma için ise çevre yönetiminin demokratik ve barışçıl bir şekilde yürütülmesi gerektiğini söylemişti.
Maathai aynı konuşmasında endüstri ve küresel örgütlerin ekonomik adaletin, eşitliğin ve ekolojik bütünlüğün kar elde etmekten daha değerli olduğunun altını çizmişti.
Sadece Kenya ve Afrika'nın değil dünyamızın başı sağolsun!
26.9.11
Afrika, Kenyalı Nobel ödüllü Yeşil Kuşağını yitirdi
18.9.11
Hotel Ruanda...
Bu çerçeve hikâyenin yanı sıra, Ruanda Katliamı'na dair birçok bilgi sunulmakta filmde. Ayrıca olaya uluslararası tepkinin çok düşük düzeyde kalması, BM ve Batılı güçlerin katliam karşısındaki tavırları büyük oranda eleştiriliyor. Oteldeki insanlar kendilerini kurtarmak için geldiklerini sandığı Fransız ve diğer Avrupa devletleri askerlerinin Avrupa ülkeleri vatandaşlarını ülkelerine sağ salim götürmek amaçlı geldiklerini öğrenmeleriyle yaşadıkları hayal kırıklığı hayli çarpıcı.
Oyuncular:
Sophie Okonedo – Tatiana Rusesabagina
Nick Nolte – Albay Oliver
Fana Mokoena – General Augustin Bizimungu
Joaquin Phoenix – Jack
Jean Reno - Bay Tillens
17.9.11
Sisteki Goriller...
Ruanda tarihi ve goriller ile ilgili gerek interneti gerekse kitapları karıştırmaya başladım. Bu arada da Ruanda'daki katliam ile ilintili Hotel Ruanda filmiyle antropolog Dian Fossey'in hayatından bir kesiti anlatan gorillerle ilgili film Sisteki Goriller filmini temin ettik.
Dün akşam Sisteki Gorilleri seyrettik. Bu akşam da sıra Hotel Ruanda'da.
Sisteki Goriller'in konusu şöyle;
Antropolog Dian Fossey’nin Afrika’nın derinliklerinde nadir bulunan dağ gorilleri üzerine çalışmaya başlar. Onlarla ilişki kurmayı öğrenir. Ama artık akademik ilgisinin ötesinde gorillere ilgi duymakta ve hayatını tehlikeye atma pahasına hayvan tüccarlarına ve yasak avcılık yapanlara karşı mücadele etmektedir.
Nesli neredeyse tükenme noktasına gelen dağ gorilleri 1970′lerde Amerikalı Dian Fossey’in çabaları sonucu kurtarılmış. Fossey, 1967′de bilimsel bir gezi için geldiği Zaire’de(eski Kongo) gorilleri izlemeye başlamış, kısa bir süre sonra Ruanda’da Karisoke Goril Araştırma Merkezi'ni kurmuş ve tam 18 yıl, herkesten uzak, izole bir şekilde gorilleri incelemiş.
Yaptığı çalışmaları Sisteki Goriller adlı bir kitapta toplamış. Dian Fossey 1985 yılında kimliği bilinmeyen kişiler tarafından Virunga dağlarındaki kulübesinde öldürülmüş. Öldürenlerin hayvan kaçakçıları olduğu düşünülüyor, dava bugüne kadar çözülememiş. Dian Fossey, o güne kadar insanları yanlarına hiçbir şekilde yaklaştırmayan gorillerin davranışlarını incelemiş.
Dağ gorillerinin sayıları bugün sadece 600 civarında. Bunların 300 kadarı Ruanda sınırları içinde yaşıyorlar. Goriller, maymunlardan sonra insana en yakın memeliler. Yaşam süreleri 40-50 sene kadar, erkekleri olgunluğa 16 yaşı civarında, dişileri ise 9 yaşından sonra. Erkek goriller 15-17 yaşına eriştiğinde sırtları beyazlıyor, bundan sonra gümüşsırt olarak adlandırılıyorlar.
Sürülerin çoğunluğu bir gümüşsırt erkek ve birden fazla dişiden oluşuyor. Sürünün büyüklüğü genelde 5 ila 30 bireyle sınırlı . Az sayıda grupta ise birden fazla erkek bulunuyor, sürünün lideri yine en güçlü gümüşsırt oluyor. Dişi goriller 100 kilo kadarken gümüşsırt erkekler 160 kilo ve üstü geliyorlar. Yiyecek olarak ot ve meyveleri tercih ediyorlar, nadir olarak böcek yedikleri de oluyor. Yüksek bölgelerde, 2500-4000 metre arasında yaşıyorlar.
Bu demek oluyor ki bizim de onlara ulaşabilmemiz için 2500 ile 4000 metreye tırmanmamız gerekecek.
Eh, karar verildi bir kere. Gereği neyse yapılacaktır...
13.9.11
Miss World 2011 Angola'dan...
Hep karanlık, kötü haberler verecek değilim ya Afrika'dan.
12.9.11
Kenya'da boru hattı faciası...
Kenya’nın başkenti Nairobi’de bir petrol boru hattında yaşanan sızıntı sonucu çıkan yangında 100’den fazla kişinin yanarak öldüğü bildirildi.Nairobi’nin gecekondularla çevrili Lunga Lunga sanayi bölgesinde yaşanan kazayla ilgili bir açıklama yapan polis şefi Thomas Atuti, “Ölü sayısının 100’ün üzerinde olduğunu tahmin ediyoruz. Kurbanların taşınması için ceset torbaları bekliyoruz” dedi.
Bölgede yaşayan Kenyalı Joseph Mwego, “Daha önce boru hattında bir sızıntı olmuştu. İnsanlar dışarı akan yakıtı toplayıp evlerine götürüyorlardı. Daha sonra yüksek sesli bir patlama oldu. Alevler ve dumanlar yükseldi” dedi.
Olay yerindeki bir AFP muhabiri, birçok kişinin yangına kapıldığını ve çevrede kömürleşmiş cesetler olduğunu söyledi.
BENZER OLAYLAR SIK SIK YAŞANIYOR
Bir Kızıl Haç yetkilisi de AFP’ye yaptığı açıklamada, “İnsanlar borudan yakıt almaya çalışıyorlardı” dedi.
Afrika’da boru ve petrol tankeri kazalarında, bidonlar ve kovalarla yakıt almak isteyen yoksullar olay yerine hücum ediyor ve çoğu zaman bu tür yanma vakaları yaşanıyor.
2009 yılında da Kenya’nın batısında benzer bir olay yaşanmış ve 122 kişi hayatını kaybetmişti.
4.9.11
Paris, Dinard, Normandiya, motor, Alaçatı, aile, kite surf, vs,vs... Kısacası 2011 yaz tatili...
Tekrarlayabilir miyim?
Tamam. tamam şımarıklığa gerek yok!
Dolu dolu geçtiğinden sanki başlamasıyla bitmesi bir oldu ve kendimizi Nairobi kürkçü dükkanında buluverdik.
Fransa Dinard'daki evimizde 4 hafta geçirdikten sonra 1 haftalığına Alaçatı'ya ailemin yanına geçtik.
Fransa'ya gitmeden önce ben planımı değiştirip Fransız vatandaşlığım için gerekli eksik belgeyi alabilmek amaçlı 2 gün önce İstanbul'a gelmiştim. Amanın o ne sıcaktı, o ne yoğun nemdi öyle? Gündüzleri evrak peşinde, evrakları toparladıktan sonra da alış veriş peşinde, ardından arkadaşlarla buluşma yolunda, akşamları da İstanbul'un eğlence mekanlarında koşturmacalı iki günün sonunda Atatürk Havaalanı'nda Yves ile buluşup Paris'e geçmiştik. 1 gece Paris'de kalıp, ertesi sabah Yves'in yeni motosikletini teslim alıp, motosiklet ve onu takiben arabayla peşpeşe Dinard'daki evimize doğru yol almıştık.
Dinard'da bazen kapalı, bazen yağmurlu, ara sıra da güneşli hava bende sıcak yazın ortasında limonata etkisi yaptı.
Dinard'dan Rance Nehri kıyısını takip ederek motorla Dinan'a gittik. Korsanların şehri Saint-Malo'yu bu kaçıncı keredir bilmem tavaf ettik. Şehri çevreleyen surların üzerinde yürüdük, bir kafede güneşi batırdık.
Başka bir gün istiridye yemeye Cancale'e kırdık motosikletin direksiyonunu.
Türkiye'de metal deposu olduğu düşüncesiyle yemeye çekindiğim midyeyi doyasıya yedim. Dışarı yemeğe çıktığımızda benim siparişim belliydi "moules marinières / beyaz şarapla marine edilmiş midye" yanında patates kızartmasıyla tabiki. Evde de sanırım iki kere pişirdim midye. Benim pişirdiğim şekli "moules marinières à la crème fraîche / beyaz şarapla marine edilmiş taze kremalı midye". Hımm, pek leziz oluyor.
Ama en güzeli uzun zamandır aklımızın bir köşesinde olan, bu seneye kısmet motosikletle Normandiya turuydu. Önce Yves'in oyuncaklarından diğeri, deniz motorunun eksik bir parçasını temin etmek için Normandiya sınırlarındaki minik köy Gouville sur-Mer'de aldık soluğu. Tam da öğle vaktiydi. Bir önceki gelişimizde yediğimiz yemeğin tadı damağımızda kalan deniz mahsülleri restoranına uğradık. Leziz bir yemek akabinde yollar bizi bekler. Oradan ver elini Coutances, Carentan ve 1944 yılında Amerika'nın Alman işgaline karşı çıkartma yaptığı bölgelere ulaştık. Ste-Mére-Eglise ve kıyısı Utah Beach. Ardından çıkartma plajlarından diğeri Omaha Beach'i gezdik, müzesini ziyaret ettik. Duygulandık, duygulandık, duygulandık. Omaha Beach'deki hayatını bu çıkartma esnasında veya sonrasındaki çarpışmalarda kaybeden 9.000 Amerikan askerinin yattığı mezarlığı ziyaret etmekti amacımız. Ancak tam da mezarlığın kapanma zamanına denk geldiğimiz için maalesef gezemedik. Biz de programımızı değiştirip çıkartmanın 3. noktası Arromanches-les-Bains'e yol aldık. Arromanches'ın uçsuz bucaksız sahiline manzaralı bir kafede şaraplarımız eşliğinde güneşi batırırdık. Önünden geçerken gözümüze takılan çok hoş butik bir otelde geceledik. Ertesi sabah kahvaltı akabinde Arromanches'daki müzeyi gezdik. Artık dönüşe geçmeye hazırız ama önce dün gezemediğimiz Omaha Beach'deki Amerikan mezarlığına uğruyoruz. Duygulanıyoruz, duygulanıyoruz ve yine duygulanıyoruz.
Blogdaşım Buket sayesinde diğer bir blogdaş Beste'nin (blogu "Beste'nin Naneleri"-pek güzel yazıyor, ziyaret edin pişman olmazsınız) Normandiya'da Utah Beach'e yakınlarda Cherbourg civarında sevimli, minik bir köyde yaşadığını öğreniyorum ama maalesef Nairobi'ye döndükten sonra. Daha önce haberim olsaydı bir acı kahvesini içmeye uğrardık. Neyse, bir dahaki sefere artık. Biz de bekleriz Beste, yazları yakın sayılırız. Teşekkürler Buket.
Omaha üzeri Normandiya'nın biraz içlerine yöneliyor, şirin mi şirin şehir Bayeux'da duraklıyoruz. Sandviçlerimizi alıp Bayeux'nun ara sokaklarında dolaşıyoruz. Şehrin ortasından minik bir nehir geçiyor, üzerinde değirmenler, duvarlardan nehre doğru uzanmış bitkiler, rengarenk çiçekler. Ne dingin, ne yaşanılası bir şehir diye geçiriyorum aklımdan.
Dönüş yolunda yağmur başlıyor. Kıyafetlerimizin üzerine yağmurluk üst ve yağmurluk pantalonlarımızı geçiriyoruz. Motorla yağmurlu havada yol almak beni biraz tedirgin etse de ara yollardan süzülerek sağ salim Dinard'a varıyoruz.
1944 yılında gerçekleştirilen Normandiya Çıkarması'ndan bahsetmeyi başka bir yazıma bırakıyorum. Konu ile ilgili kitaplar aldım. Internetten de biraz araştırma yapmak istiyorum yazmadan önce.
Eve döner dönmez Robert Rodat tarafından kaleme alınan, Steven Spilberg'in yönettiği II. Dünya Savaşı sırasında Normandiya Çıkartması'ndan bir kesit "Er Ryan'ı Kurtarmak / Saving Private Ryan" filmini bir kez daha izliyoruz.
Film, Yüzbaşı John M. Miller (Tom Hanks) ve yanında bulunan askerlerin, diğer üç kardeşi savaş sırasında farklı cephelerde ölen, bunun sonucunda eve dönüş vizesi alan James Frencis Ryan isimli askeri bulmaya çalışırken başlarından geçenleri konu alıyor.
Filmde geçen Normandiya Çıkarması sahnelerinin dünya sinema tarihindeki yeri ayrı. Film eleştirmenleri bu sahneleri aşırı gerçekçi olarak nitelendiriyorlar. Seyretmeyenlere bu filmi şiddetle öneririm.
Normandiya Çıkarması ile ilgili, 1962 yapımı, çıkarma sırasında sivil halkın yaşadıklarını konu alan, oyuncu kadrosunda Richard Burton, John Wayne, Sean Connery, Henry Fonda, Curt Jurgens, Robert Mitchum ve Robert Wagner yer gibi ünlü isimlerin yer aldığı "En Uzun Gün / The Longest Day" adlı filmin CD'sini de temin edip Nairobi'ye geldik. Niyetim Normandiya Çıkarması ile ilgili detay yazmadan önce bu filmi de izlemek.
Dinard ve yakın çevresindeki gezilerimizle, aile yemekleriyle 2011 Fransa yaz tatilimizin sonuna geliyoruz.
Daha tatil bitmedi, bir de Türkiye ayağı var. Türkiye'deki ailemizle içiçe bizi bekleyen 1 haftalık tatile, Alaçatı'ya doğru yola çıkıyoruz. Alaçatı deyince aklıma yazlarını orada geçiren ailemin dışında güçlü rüzgarı ve wind-surf geliyor. O güzelim köyün son vıcık vıcık halini aklıma getirmek bile istemiyorum artık :-(.
Mert kim tutar seni...
Ailemle birlikte sıcak mı sıcak, duygu dolu bir hafta geçiriyoruz. Tabi bu sıcaklık, bu ihtimam, saatler süren, bol sohbetli kahvaltılar ve yemekler bana 2 kilo olarak geri dönüyor. (Olsun Nairobi'ye döner dönmez 5 günde 1 kilosu gitti bile.) Canlarım anniş, babiş, abliş ve Zeynoşla birlikte. Yvich ise kamera arkasında...
Ablamların tanıdıklarının köpeği Talia yaz boyunca onların bahçesinde misafir. Doğum yapınca 1 iken 6 oldular. Ah, o bebiş köpişler ne şirinler. Kucağımızdan indiremedik.
Canım yeğenim Zeynom, iki minik köpişle birlikte...
Annemlerin bahçesi de bu sene forma girmiş. Bahçe kenarlarındaki limon serviler boyumu aşmış, budanmayı beklerler. Japon gülü mü istersiniz, lavanta mı, yoksa senede sadece 1 gün çiçek açan kaktüs mü, yoksa annemin domates, biber, patlıcan, kıvırcık maydanoz, Türkiye'nin henüz tazesinin tadından haberdar olmadığı, Kuzey Afrika mutfağının olmazsa olmazlarından corriander/kişnişin yetiştiği bahçenin bostan bölümünü mü görmek istersiniz? Yoksa limon, nar, ayva veya zeytin ağaçlarının gölgesinde serinlemek mi istersiniz? Bahçenin her bir köşesinde ayrı bir atraksiyon.
Canım annem ellerine sağlık, emeklerinin semeresi cennetten bir köşeye dönüşmüş...
Yves uzun zamadır aklında olan ama yok rüzgar yeterli değil, yok bugün çok rüzgar var gibi açıklamalarla bir türlü 3 senedir başlayamadığı kite-surf e nihayet başlıyabildi. Kıyıda, ardından denizde kite'ı kontrol etmeyi öğrendikten sonra 3. gün kite ve board kombinasyonunu denizde denedi. Daha öğreneceği bazı teknik noktalar var ama 3 günde uygun havada board ve kite ile denizde nasıl başa çıkabileceğini öğrendi. Gerisi egzersiz ve bir kaç ilave derse kalıyor. Bırakmak yok devam! İlk gün, sahilde kite kontrolü. Özellikle saatin 12.00, 9.00 ve 15.00 poziyonuna aman dikkat çok önemli :-).2. gün denizde kite kontrolü, ama boardsuz...
Kite'ın hazırlanması, eh 3. gün denizde deneme günü...
Board'umu da kaptığım gibi doğru deniz...
Denize açılmadan önce helalleşme bakışı...
Ve mutlu S O N...
Ben bu sene ne wind-surf yaptım ne de kite-surfe başladım. Sadece ve sedece tembellik ve keyif yaptım.
29 Ağustos itibariyle Nairobi'deyiz. Tatil ne kadar uzunsa, buralara alışmak da o kadar uzun oluyor.
1.5 sene önce yanan buradaki favori Çin restoranımız 1 Eylül itibariyle hizmete girdi. Öyle sevindik ki, ikinci gününde hemen damladık. Çinli sahibesi bizi görünce pek sevindi. Bana eskiden olduğu gibi tonla iltifatlar yağdırdı. Bu 1.5 sene içinde değil yaşlanmak daha bile gençleştiğimi söyledi. Yalan da olsa insanın hoşuna gidiyor :-). Bu da Çinlilerin müşteri bağlama taktiği olsa gerek. Ha.bir de adisyona Çin yapımı bir makyaj çantası ilştirmiş. Bir öncekilerden evde Çin yelpazesi, Çin ekmek sepeti, vs vardı. Afrika nasıl Çinlilerin istilasına uğradıysa bizim ev de Çin malı hediyeliklerin...
Daha yeni döndük Nairobi'ye ama hemen Eylül sonuna bir seyahat planladık bile. Niyetimiz 4 günlüğüne Ruanda. İlk iki gün Kigali'deyiz Yves'in işi dolayısıyla. Ben 1994 yılı Tutsi Kabilesi'nin katledildiği bölgeleri gezip, fotoğraflıyacağım bu arada, konu ile ilgili bilgi toplayacağım ve sonra kısmet yazacağım. Ardından haftasonu Uganda, Ruanda ve Kongo sınırındaki volkanik bölgede sayıları dünya üzerinde sadece 600 adet kalan gorillerin bulunduğu alana safari yapacağız. Ertesi gün de altın sırtlı maymunları ziyaret edeceğiz.
Hayli heyecanlıyım. Hele bir gidip gelelim izlenimlerimi yazarım.
İşte benden son iki ayın bilançosu böyle...