İngiliz şair Jhon Milton 17. yüzyılda yazdığı epik şiiri “Paradise Lost/Kayıp Cennet”de Eden Bahçesi’nin, yani cennetin Adem ile Havva’nın ellerinden nasıl da kayıp gittiğini uzun uzun anlatır. Ben ise sizlere cennetin yeryüzünde var olduğunun ispatı, Kenya’nın kıyı şehri Malindi’de ki cennetten bir köşe Che Shale’den bahsetmek istiyorum.
9 bandadan 2’si, yani tuvaleti ve duşu içinde olanı delux banda diye adlandırılıyor. Diğer bandalar ise duş ve tuvaletleri ortak kullanıyorlar. Biz şu iki delux bandadan adı “Shakwe” olanına konuşlanıyoruz. Bandaların ağaç gövdeli konstrüksiyonlarının arasındaki hasır paneller duvar, bandanın tam orta noktasında hayli kalın, yaklaşık 5 metre yüksekliğindeki ağaç gövde ise taşıyıcı görevi görüyor. 2.5 metre yüksekliğindeki duvarlarla çatı buluşmuyor, bu da bandanın içinin her daim havalanmasını sağlıyor. Üzeri saz çatıyla örtülü bandanın önündeki koca terasda üzeri koca koca yastıklı iki köşe ahşap koltuk delux bandanın lükslerinden bir diğeri. Odanın ortasında yaklaşık 2.5 x 2.5 metre boyutunda King size’ın da ötesinde, kocaman bir yatak ve üzerinde yerlere kadar tülden cibinlik. Köşedeki duvara monte ahşap üçgen masanın üzerinde hasırdan bir sepet içinde müşterilerin kullanımı için olduğuna dair bir not iliştirilmiş Kenya’nın bilinen markası Kikoy’dan iki adet peştemal. İki adet değişik marka sinek kovar ya da savar sprey ile gece yarısı elektrikler kesildiğinde kullanılmak amaçlı el fenerleri yatağın iki kenarındaki minik sehpaların üzerinde. Camsız pencerelerin dışındaki gündüz yukarı rulo yapılıp toplanan hasırlar geceleri açıldığında pencereleri kapatıyor. Keza bandanın kapısı da aynı şekilde tepesinde rulo yapılan hasırın akşamları açılmasıyla kapanmış oluyor. Tabi ki hasır kapıda boşuna kilit aramıyoruz. Terasdaki puf puf minderli koltuklarda otururken çatı yapımında ahşap karkas üzerine kat kat saz panellerden pratik bir hesapla yaklaşık 5.000 adet kullanıldığını hesaplıyoruz. Buraya gelmeden 14 gün önce Kenya’nın Somali’ye sınır şehri Lamu’daki evinden kaçırılan Fransız Marie’nin ölüm haberini aldık. Marie’nin de evi aynı bizim banda gibi kapısız, bacasız, daha doğrusu hasır kapılıydı. Malindi Lamu arası yaklaşık 300 kilometre ama yine de gece vakti piratlar gelip bizi kaçırsa hiç kimsenin ruhu duymaz diye düşünmeden edemiyorum. Sabah Isabelle bizden özür diliyor. “Hayırdır?” diyorum. Meğer bugün beni kitesurf yapılan yere kadar takip edip bekleyen Mango isimli şirin köpek gece hasır kapımızı iteleyerek bandamıza girmiş ve geceyi bizim yatağın altında geçirmiş. Kime niyet kime kısmet? Ben Somalili piratları beklerken meğerse Mango olmuş misafirimiz. Ruhumuz duymamıştı halbuki. İsabelle artık akşamları Mango’yu bağlayacağını söylüyor ancak bizim gönlümüz razı olmuyor. Akşam ihtimal davetsiz misafirlere karşı uykuya geçmeden önce gerekli tedbirleri alıp hasır kapının arkasına bavul, çanta ve ahşap tabureden oluşan barikatı yığıyorum. Sonuç; Mangosuz geceler.
Eşeklerin arkasına bağlı ahşap arabalara yüklü sarı bidonlarda taşıyorlar artezyen kuyusundan çıkardıkları suyu. Kuyudan çıkartılan su kaynatıldıktan sonra odalara borular vasıtasıyla veriliyor. Kuyuya deniz suyu karıştığı için biraz tuzlu, şampuan ve sabun pek köpürmüyor. Olsun, bu kadar kusur kadı kızında da bulunur.
Geçen hafta Malindi’ye çok yağmur yağmış. Bu hafta hava günlük güneşlik, hayli şanslıyız. Ancak yağışlı havanın akabinde sivrisinekler sahile akın etmişler. Benimle de hayli içli dışlı oldular. 4 günün sivrisinek bilançosu 25 ısırık. Su içtiğimde vücudum elek gibi kol ve bacaklarımdan su kaçırır durumdayım. Uzun yıllardır Afrika’da yaşadığımızdan ve sıtma ilaçlarının uzun soluklu kullanımında gözardı edilemeyecek yan etkileri olduğundan sadece sinek kovar spreylerle korunuyoruz. Ancak bu sefer sinek kovucular bile bana mısın demiyorlar. Buradaki sinekler hayli yüzsüz çıktılar. Nairobi’nin denizden yüksekliği yaklaşık 1800 metre olduğu için ve sıtma virüsü taşıyan sivrisinekler bu yükseklikte yaşamadığı için herhangi bir korkumuz yok bu konuda. Ancak Kenya’nın kıyısına gelindiğinde hayli dikkatli olunmalı, şakası yok. Neyse Nairobi’ye dönüşte gereğini düşüneceğim. Hava durumuna geri dönersek eğer ilk gün rüzğar fena değil. Öğle yemeği akabinde Yves kaldığı yerden kitesurf eğitimine devam ediyor. Ben yine kitesurfe başlama konusunda çekimserim. Gün batımına yakın Che Shale’nin bulunduğu uçsuz bucaksız sahilde yürüyüşe çıkıyoruz. Yükselen suların altında kumlar altın gibi ışıl ışıl parlıyorlar. Denizin vurduğu sahilde yürürken bıraktığımız ayak izlerinin altından deniz minareleri yüzeye çıkıyorlar. Sahil sanki kıvıl kıvıl hareket ediyor. Denizin tekrar sahili yalamasıyla deniz minareleri de tekrar kumların altında gözden kayboluyorlar. Malindi’nin sahili hayli bakir, etrafta hindistançevizi ağaçlarının arkasına saklanmış bir kaç ev dışında yerleşim yok. Mombasa ve Diani sahilindeki insanı sık boğaz eden satıcılardan da eser yok burada. Bandamıza dönüşte sahilde kite-cahrio (uçurtma ile idare edilen 4 tekerlekli araba) yapan biriyle karşılaşıyoruz. Diğer köşede köylü bir çocuk sahilin kenarındaki yeşilliklerde hayvanlarını otlatıyor.
Sırat köprüsünden geçemeyenler için altından geçme imkanı bile düşünülmüş...
Che Shale’de herşey doğal. Bandalar arasındaki kum yolların kenarlarına bordür olarak hindistancevizi kabukları döşenmiş. Restoranın önündeki terasta koca minderlerin dayandığı koltuk eski bir yerli dhowdan (tekneden) yapılmış. Yeri kum kahvaltı mekanındaki ahşap bank ve masaların üzerindeki çardakla kaplı. Sabah tropik mevye tabaklarımızla kahvaltı ederken az ilerideki yüksek ağacın dallarına yuvalarını yapmış yüzlerce kuş yuvalarından başlarını çıkartarak bize güzel güne merhaba konseri veriyorlar.
Kuşlar sabah konseri sırasında...
Nihayet kitesurfe başlamaya ben de karar veriyorum. Önce minik uçurtmayı rüzgarda nasıl kontrol edeceğimi öğreniyorum. Ardından büyük uçurtmayı kurmayı ve ardından uçurmayı öğreniyorum. Bütün bu öğrendiklerimi akabinde denizde deniyorum. Ertesi gün denizde rüzgarın gücü ve uçurtmanın marifetiyle “body dragging”, yani denizde sürükleniyorum. Başta hem uçurtmayı kontrol edip hem de istediğim yönde sürüklenmek biraz zorlasa da bir iki denemeden sonra alışıyorum.
Kite ı kurmayı öğreniyorum...
Uçtu uçtu kite uçtu...
Yan gözle Yves’e bakıyorum olayı kapmış vızır vızır kitesurfüyle gidip geliyor.
Veee, başardı...
Çok yıllar önce Yves’in snowboard yapışını gören bir arkadaşım “Ben de Fransız olsaydım ben daha da alasını yapardım.” demişti. Bu hayli ilginç yoruma gülümsemiştim. Aklıma gelince yazmadan duramadım. Ha şimdi anladım ben neden kitesurfe başladım bu yaştan sonra. Kıyısından köşesinden azıcık Fransız sayıldığım için ben de bu mereti başarırım diye düşündüm herhalde. Şaka bir yana bir gün daha kalabilseydik kite+board ikilisini denizde deneyecektim ama yarın sabah Nairobi’ye dönüyoruz. Neyse, buraya bir daha gelmek için bir nedenimiz daha var bu durumda.
Bu kadar spor üzeri 5:00 çayını ve deniz kenarındaki şezloglarda keyif yapmayı hak ediyoruz. Akşam yemeği seçimimiz için elinde menüsü ve belinde Kikoy peştemalıyla bir garson çıka geliyor. Seçimimizi yapıp kaçta yemek istediğimizi de belirtiyoruz. Tam da istediğimiz saatte akşam yemeğimiz hindistancevizinin tepesi kesilerek yapılmış vazo içinde fuşya rengi begonviller ve mum ışığı eşliğide hazır bizi bekliyor.
Cennetten köşe Che Shale’de geçirdiğimiz 4 günlük tatilin bilançosu hayli kalabalık.
Bu bilançoda hayli önemli yere sahip sivrisineklere karşı mı ne yaptık? Nairobi’ye döner dönmez 1 hafta boyunca sıtmaya karşı geniş spektrumlu bir antibiyotik kullandık. Sıtmaya karşı 6 senede ilk defa ilaç kullanıyoruz. Umarım ilk ve son olur, bir daha kullanmak durumunda kalmayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder