29.12.08

2009 geliyor ...

Nobel ödüllü yazar Ernest Hemingway’in romanına konu olan Kilimanjaro’nun Karları'na nazir, hatta romanini yazmaya basladigi Amboseli Park'dan hepinizin yeni yilini kutluyorum.

(Bakarsiniz böylesine bir manzarada, bana da ilham gelir de iki kelime karalarim.)
2008'de verilmis sözlerim var kendime ve sizlere, unutmus degilim. Tuvalime aktaracagim, akilimda resmedilmis bir sürü proje ve bir o kadar da gezip gördügüm yerlerle ilgili kagida dökülecek konular beni bekliyor.

Pole pole (yavas yavas) hepsini gerçeklestirecegim, söz. Hele bir 2009'a adimimizi atalim.

25.12.08

Manyok Ögüten Kadinlar

Efendim, sadece gezip, gezdigimi yazip, yazdigimi çektigim fotograflarla besleyip yayinlamiyorum. Ayni zamanda çiziyorum, çizdigimi boyuyorum, boyadigim hosuma giderse evimizin duvarlarina asiyorum.

Cok uzun zaman oldu atelyemin açilisini yapali, ancak Nairobi'de hayat pek bir sosyal geçiyor, dolayisiyla bu uzun süre zarfinda ancak iki tablo takilabildi tuvalime. Birinci tablom aylardir ara vermenin pasini giderdi ancak parmaklarimdan. Ikinci, yani asagidaki tablomdan daha bir memnun kaldim.


Tablonun adi "Manyok Ögüten Kadinlar". Afrikalilar için manyok ekmek anlamina geliyor, yani pek önemli...


Bu arada imzalamayi unutmusum :-).

Not: Yukarida gördügünüz tablom 50x75 cm tuval (simdiye kadar yaptigim en büyük resim) üzerine taa Istanbullardan Afrikalara hiç üsenmeden tasidigim yagli boyalarimla yapilmistir.

Diger bir not: Etopya gezimizi en kisa süre içinde kelimelere döküp blogumda yayimlayacagim...



21.12.08

Insanligin Besigine Yolculuk (1)

Bu sefer rotamizi, Kenya'nin kuzey komsusu, insanligin besigi Etiyopya'ya çevirdik. Yolculugumuz 17 Aralik 2008 sabahi erkenden basliyor. Bir geceligine Etiyopya'nin bassehri Addis Ababa'dayiz. Otele yerlestikten sonra esim toplantisinin, ben de yarin çikacagimiz yolculukla ilgili belgeleri almak üzere turizm acentasinin yolunu tutuyoruz. Acentadan gerekli belge ve bilgileri aldiktan sonra Addis'deki açik pazarlardan öncelikle postanenin hemen yakinindakine, ardindan da merkezden yaklasik 10 km kadar uzaktaki Shiro Meda Market'a gidiyorum. Postane yakinindaki pazar çok turistik, dolayisiyla hiçbir sey almiyorum. Shiro Meda Market daha çok yerli halka hitap ediyor. Nairobi'deki balkon masamiz için bir masa örtüsü ve peçetelerini alip otele dönüyorum. Hava çok sicak. Tam kara iklimi. Sabah uçaktan indigimizde hayli üsümüstük, ancak günes yüzünü gösterir göstermez hava hayli isindi. Aksam yaklasik 10 derece, gündüz 30 dereceye kadar yükseliyor hava sicakligi.
Otele döner dönmez serinlemek amaciyla havuz kenarina iniyorum. Zanzibar'da okudugum Solmaz Kâmuran'in romani Kiraze üzerine Ahmet Ümit'in Beyoglu Rapsodisi'ni yola çikmadan önceki aksam bitirdigim için evde okuyacak kitap bulamiyorum, okuduklarimdan birini seçip ikinci kere okumak da hiç cazip gelmiyor. Havaalaninda gözüme çarpan kitaplardan üç adet satin aliyorum. Içlerinden Sudanli Mende Nazer'in gerçek hayat hikayesini kagida döktügü, alir almaz havaalaninda okumaya basladigim Slave'i (köle) okumaya devam ediyorum havuz kenarinda. Su anda 25 yaslarinda olan, Londra'da yasayan Mende Nazer 12 yasindayken Araplarin köyüne saldirisi esnasinda ailesini kaybedip, köle olarak satilmasini ve Londra'ya ulasmasini anlatiyor kendi agzindan. Bu aralar kölelik konusuna kafayi fena halde takmis durumdayim. Afrika'da yasayip da kölelik konusuna kafayi takmamak biraz zor.
Havuz kenarinda kitabimi okurken yanima beyaz bir çift geliyor minik çukulata bebekleriyle. Bir önceki Addis seyahatimde de dikkatimi çekmisti Hilton Otel'in minik çukulata bebekli beyaz çiftleri misafir ediyor olmasi. Cift Amerikali, 7 ay önce Amerika'daki bir ajans vasitasiyla Etopya'dan evlat edinme islemlerine baslamislar. Bebegin fotografini internet üzerinden görmüsler ve onaylamislar. Son islemleri tamamlamak ve bebeklerini kucaklarina alabilmek için bir haftaligina Hilton'da kaliyorlardi. Yetimhanenin yuva bekleyen minik bebeklerle dolu oldugunu söylerken mutluluktan parildayan gözleri minik bebeklerindeydi. Hem Mende'nin aci hayat hikayesi üzerine, bir de çaresiz minik bebeklerin yetimhanedeki hallerini düsününce gözlerimin nemlenmesinin önüne geçemiyorum.
Yanilmiyorsam Angelina Jolie'nin evlat edindigi 5ci çocugu da Etiyopya'dan. Etiyopya'dan evlat edinme islemlerinin diger Afrika ülkelerine göre daha kolay oldugu söyleniyor.
Size biraz seyahat planimizdan bahsedeyim. Yarin sabah erkenden Etiyopya'nin tarihinin basladigi, 200 ve 100 BC (before Christ/Isa'dan önce) yillarinda kurulan, 7ci yy'da Islam'in yayilmasiyla çöken Axum Imparatorlugu'nun merkezi kutsal sehir Axum'a yolculugumuz. Ertesi sabah ise Yasayan Kaya Kiralligi diye de anilan Etiyopya'nin kuzeyindeki diger kutsal sehir Lalibela'ya uçuyoruz.
5 gün içinde 5 uçuslu, hayli hareketli, tarihin yapraklarini aralatan, hatta tarihin hali hazirda sadece satir aralarinda olmadigini, bir grup insan tarafindan halen yasanmakta oldugunu deneyimledigimiz, muhtesem hayat dersimizi, kisacasi uyanis seyahatimizi dün tamamladik.

Biraz soluklanayim Axum ve Lalibela ile ilgili edindigim bilgileri yazi dizisi haline getirecegim blogumda, tabi fotograf ilavelerimle.

Simdiden kutlayanlara harika bir Noel ve harika bir 2009 diliyorum.

10.12.08

Zanzibar (4)

Yolumuzun üstündeki "Butterfly Centre" / "Kelebek Merkezi"ne ugruyoruz. Kelebek Merkezi'ninde bilimsel çalismalarini sürdüren Iskoçyali idealist James bir senedir Pete köyünün yerlilerine hem is imkani sagliyor, hem de yok olmaya yüz tutmus kelebek cinslerini tekrar hayata baglamak için çalismalarini sürdürüyor. Biyoloji üzeri Cevre Koruma MBA tahsil etmis olan James kozalarin kelebek olana kadar muhafaza edildigi tel dolaplarin bulundugu, kelebeklerin yasayabilmesi için gerekli tüm bitki türlerinin yetistirildigi yapay minik ormanda her saniye kelebekleriyle içiçe yasiyor. James köylülere dogada bulup getirdikleri koza basina ödeme yapiyor ve ardindan bu kozalari alip özel bir yapiskanla tel dolaba asiyor, ta ki kozalardan kelebekler çikana kadar. Biz bu yapay ortami gezerken iki adet kelebek kozasindan çikmis ayaklarindan tepetaklak asili olarak tel dolaptan çikartilmayi bekliyordu. James itinayla kelebekleri dis ortama birakti, biz de fotografladik. Kelebek Merkezi'ni gezme bedeli (kisi basi 5$ karsiligi TSH) koza getiren köylülere ödeme ya da yapay ortami iyilestirme çalismalarinda kullaniliyor. Açikçasi bizden baska ziyaretçisi yoktu Kelebek Merkezi'nin. Daha fazla tanitim yapmalari gerektigini düsünüyorum merakli turistleri bu merkeze çekebilmek için. Bu merkez kurulmadan önce Zanzibar köylüleri kelebekleri öldürüyormus. Ancak bu merkez kurulduktan sonra kelebekleri katletmeyi birakmislar, hem de para kazanmaya baslamislar bu sayede.





Zanzibar'daki diger dogayi koruma projesi yine köylülere is imkani saglamayi ve ayni zamanda onlari dogayla ilgili bilinçlendirmeyi hedeflemis. Bu sefer proje kapsamindaki hayvan yilanlar. Bana pek sicak gelmese de yolumuzun üstünde olan bu projeye destek vermeden geçemedik. Lokal rehberimiz tek tek Zanzibar'da yasamakta olan yilanlari gösterip, hatta eline alip minciklayarak anlatti. Hep büyük yilanlarin zehirli olacagini düsünürdüm, ancak solucan boyutunda, dogada yesil rengiyle kolayca kamufle olabilicek türde yilanlarin çok zehirli oldugunu ögrendigimde bundan sonraki doga yürüyüslerimde kapali ayakkabi ve pantalon giymenin hayirli olacagina karar verdim.

Bir önceki yazimda yerli yapim yelkenlilerden yani dhowlardan bahsedecegime söz vermistim. , Zanzibarin yy.lardir ana karayla ulasimini saglayan dhowlar yerli halk tarafindan sekillendirilen agaç dallari hindistancevizi agacinin lifleri marifetiyle birbirine baglanarak yapilmis yy.larca. Günümüze gelene kadar asla çivi kullanilmamis dhow yapiminda. Dhowlarin günümüzde yapilis yöntemine bizzat yerinde sahit olmak üzere rotamizi Zanzibar'in kuzeyindeki dhow tersanesine çeviriyoruz. Hummali bir çalisma var tersanede. Halen ilkel aletlerin kullanildigina sahit oluyoruz tekne yapiminda. Bir teknenin yapimi yaklasik 3 ay sürüyormus. Satis bedeli yaklasik 3000 Euro. O kadar emege hayli uygun fiyat. Fotograflarini çekiyoruz tekne emektarlarinin ve adreslerini alip fotograflari gönderecegimize dair söz veriyoruz. Sahilde çocuklar parçalanmis bir dhow'un kadirgasi içinde oynuyorlar. Onlara paketin içinde kalmis son sekerleri veriyorum. Sevinçlerinden palendalar atip bize minik bir gösteri yapiyorlar.












Ertesi sabah dönüs yolundayiz. Bu sefer tercihimiz Zanzibar'dan Darüsselam Havaalani'na uçmak. Havaalani oldukça küçük. Havalandirma yok, varsa da yetersiz. Uçak gecikiyor, biz biraz paniklemeye basliyoruz, zira Dar'a indikten yaklasik 1,5 saat sonra Darüsselam'dan Nairobi'ye uçusumuz var. Neyse uçagin gelmesiyle tekrar havalanmasi neredeyse bir oluyor. Uçus yaklasik 20 dk kadar sürüyor.

Yüzümüzde güzel geçmis bir tatilin tebessümüyle uçagin penceresinden Zanzibar'a kusbakisi son bir kere göz atarken, "4 günde bitiremedik Zanzibar'i, tekrar gelmeliyiz." diyoruz...

Zanzibar (3)

Baharat Turu akabinde rotamiz Stone Town'a cephe takim adalardan yerel adiyla Changuu, popüler adiyla Prison Island (makalem içinde adi artik Prison Island olarak geçecek), Türkçe mealiyle Hapishane Adasi'ni kesfetmek üzere yerli yapim yelkenli teknelerden (dhow) birine biniyoruz. Dhow konusuna yazimin bir yerlerinde deginmeyi düsünüyorum, zira Zanzibar ile ilgili yazi dizimi dhowlardan bahsetmeden bitirmemin mümkünü yok. Neden mi? Biraz sabredin :-). Prison Island dahil oldugu takim adalar içinde turistler tarafindan en çok ziyaret edileni.

Eeee, biz de turistiz ya eksik kalmayalim dedik ve yola koyulduk.




Prison Island'in hikayesine gelince;

Tekne ile Stone Town'dan sadece 10 dk mesafede Prison Island. Adayi gezme bedeli kisi basi yaklasik 4$, tabiki ödeme lokal para birimiyle yapiliyor. Ada Araplarin egemenligi sirasinda köle tüccarlari tarafindan kurallara uymayan köleleri alikoymak için kullanilmis (bir nevi hapishane diyelim). Söz köle ticaretini de ele alacagim bir ara, yani sirasi gelince. 1890 yilinda, Ingiliz egemenligi sirasinda ise adada bir hapishane binasi insa edilmis. Ancak bina hiç bir zaman hapishane olarak kullanilmamis. Daha sonralari bina Zanzibar, Tanzanya (o zamanki adiyla Tanganika), Uganda ve hatta Kenya'ya gelen tüccarlarin bir süre karantina amaçli zoraki konaklatildigi bir misafirhaneye dönüsmüs. Günümüzde Prison Island, Stone Town'a uzaktan bakmak isteyenler, ya da 19. yy'da Seychelles Adalarindan ithal edilen dev kara kaplumbagalarini görmek, hatta beslemek isteyenleri kucakliyor. Aslinda sadece bununla da kalmiyor. Eger deniz alti ilginizi çekiyorsa ada çevresinde snorkel ve maske ile deniz dibindeki mercanlari ve rengarenk baliklari gözlemliyebiliyorsunuz. Biz deniz dibi arastirmamiz akabinde adanin beyaz pudramsi kumlarinda güneslendik bile üstelik.



Uzaktan bir dhow...


Prison Island



Prison Island'da hem kara kaplumbagalarini sevip, hem besleyip, hem de fotograflayan figoltx...




Prison Island, hapishanenin avlusu...

Sözlerimi tutma sirasidir simdi...


Son iki gün araba kiralayip kendi basimiza adayi kesfe çiktik. Ilk duragimiz Zanzibar'in kuzey batisinda yer alan Slave Chambers (Köle Odalari) ve Coral Caves'i (Mercan Magralari). Angola'da yasarken Transatlantik Köle Ticareti 'yle ilgili hayli doküman okumus hatta eski blogumda bununla ilgili bir yazi yazmistim. Kisacasi bu konu beni derinden etkiler. Afrika'nin batisindan, Yeni Dünya'da seker kamisi üretiminde çalistirilmak üzere yy.larca süren köle sevkinin Ingilizler tarafindan yasaklandigi tarihlerde Araplar köle ticaretine Afrika'nin dogu yakasindan gizlice devam ediyorlar. Arap ülkelerine Zanzibar, Stone Town üzerinden köleler tasiniyor. Bu ülkeler içinde Türkiye'nin de adini okudugumda içim daha da bir ciz etti. Tabi o zamanki adiyla Osmanli Imparatorlugu. Hatta çocuklugumda bana anlatilan bir hikayeyi hatirladigimda hüznüm daha da artti. (((Hikayeyi çocuklugumda bana anneannem anlatmisti. Anneannemin annesi, yani ninem (kendisi ben 9 yasindayken vefat etti) çocukken evlerinde bir zenci halayik (Osmanlıca çocuk bakıcısı veya hizmetçi olarak çalıştırılan zenci kadın köle, cariye) çalisirmis. Bir gün ninemin annesi Ferdane hanim ninemin üzerini degistirirken vücudundaki morluklari farkeder ve kisa bir hafiyelik sonunda cariyenin ninemi isirdigina sahit olur. O günden sonra Ferdane hanim eve kömürden baska kara renkli herhangi bir seyin girisini yasaklar. Ninem, hatirlarim ben çocukken Araplardan ve zencilerden korkardi. Demek nedeni buymus.))) Yilda yaklasik 30.000 köle Zanzibar'dan Arap ülkelerine dagiliyormus o dönem. Slave Chambers, yer altina tasin oylularak yapildigi, haremlik selamlik iki küçük odadan olusuyor. Minicik yerde insanlari balik istifi gibi yigip, hasta olanlari ölüme terkedip, dogal seleksiyon sonucu hayatta kalanlari gemilerle sevk ediyorlarmis Arap ülkelerine. Her hangi bir kontrol aninda da köleleri güzel giydirip, yolcu olduklarini söylemelerini tembihliyorlarmis. Mercan Magaralari'nda (Coral Caves) ise köleler suyun yükselmesine kadar bekletilip, magaranin Hint Okyanusu'na açilan agizina kadar yürütülüp gemilere bindiriliyorlarmis. 1873 tarihinde Ingiliz Kuvvetleri Sultan Barghash'e Köle Ticareti'ne son noktayi koydurtan antlasmayi zorla imzalatmis.


Coral Caves






Slave Chambers

Bu hazin hikayenin ardindan Slave Chambers'in az ötesindeki Mangapwani Beach'in (sahil) pudravari sahilinde güneslenip, denize girdik. Ardindan da sahildeki restoranda Zanzibar'in baharatlariyla terbiye edilmis piliç ile beyaz sarap. Cok mu açtik, yoksa bize mi lezzetli geldi piliç bilemiyorum? Ama, Zanzibar usulu zencefille piliç terbiye tarifini ögrenip uyguladim, sonuç hiç de fena degil.



Mangapwani Beach



Mangapwani sahillerini renklendiren yerli çarsaflilar. Az sonra çarsaflariyla deniz sefasi yapacaklar...


Cenem düstü yine, dolayisiyla Zanzibar yazi dizimin bir türlü sonuna gelemedim.

Kismet dördüncüye artik...

7.12.08

Zanzibar (2)

Hurumzi'de ögle yemegimizi yedikten sonra, Unesco tarafindan 1985 yilinda Dünya Miraslari Listesi 'ne katilan Stone Town turumuza devam ediyoruz. Esime "Simdiye kadar Unesco'nun belirledigi bir kaç Dünya Mirasi'ni görmek kismet oldu bize. Bundan sonraki seyahatlerimize bu listeyi elimize alip karar versek, ne dersin?" diyorum. O da "Hepsini görmeye ömrümüz vefa etmez ama, iyi fikir, deneyelim!" diyor. Yürürken gözümüze yol kenarina tezgahini kurmus bir ressam hünerini tuvaline döktürken takiliyor. Trafiğin soldan aktığı caddelerin yoğun tozla kaplı iki yanında bir yığın baraka. Bisikletli sayısı inanılmaz, kat kat yumurta paketi taşıyanlar bile var içlerinde. Yasli esnaf dükkanda oturmus gelen geçeni seyrediyor. Dükkanin hemen girisine asilmis Barack Obama'nin resminin basilmis oldugu örtü gözüme ilisiyor. Demek ki sadece Kenyalilar degil, Afrikalilarin çogu Obama'nin basarisindan dolayi gurur duyuyor. Yasli amcadan fotograf çekmek için izin istiyorum. Tabi ki kabul ediyor. Burada insanlar sakin, burada insanlar güler yüzlü. Turizmin onlar için önemini bildiklerinden mi, yoksa kültürlerinin bir uzantisi mi bu durum bilemiyorum. Ama her neyse ne, biz kendimizi evimizde hissediyoruz ya bizim için önemli olan da bu. Yolumuzun üzerindeki bir turizm acentasina ugrayip yarinki "Spice Tour" / "Baharat Tur"umuzu ayarliyoruz. Baharat turu buraya kadar gelip de yapilmazsa olmazlardan. Yolumuza devam ediyoruz. Eski suratlı daladalalarin (minibüslerin) içi tıklım tıklım. Hava yavas yavas kararmaya basliyor. Sagli sollu yol kenarina siralanmis seyyar saticilarin her çesit ivir zivirla dolu tezgahlari aksama hazirlik yapiyor. Gün batiminin son demlerini seyrederken buz gibi Klimanjaro biralarımızı yudumlamak ve gün batimini fotograf karelerimizde ölümsüzlestirmek üzere limanin yakinindaki Queen müzik grubunun unutulmaz solisti, Zanzibar dogumlu, asil adiyla Faruk Bulsara, bizim bildigimiz adiyla Freddie Mercury'nin adini tasiyan barda yerimizi aliyoruz.

Ertesi sabah - Baharat Turu:

Hindistancevizleri, papayalar, mangolar, mangrovlar ve banyanlarla gölgelenmiş bir yoldayız. Evlerin çoğu saz damlı, toprak duvarlı, bazıları kerpiçten, çatıları da teneke ya da eternit kaplı ama çogunun kapisi hayli satafatli. Şaşılacak bir biçimde süslü kapıların önünde çocuklar, ihtiyarlar. Kambur öküzler ağır ağır çekiyor çalı çırpı yüklü, iki tekerlekli arabaları. Bir bisikletli albenili kumaşları selesine sopalarla bayrak gibi tutturmuş gidiyor. Selesinde iki devasa balik tasiyan diger bir bisikletli dikkatimizi çekiyor. Arabayi durdurup iniyoruz. Fotograf çekmek için izin istiyoruz, ama nafile. Olsun, biz de bisikletin sahibi olmadan biz, baliklar ve bisiklet kompozisyonlu hatira fotograflarimizi çektiriyoruz, ardindan da ödememizi yapiyoruz tabi ki. Tahta karoserli, iki yanı açık otobüsler geçiyor yanımızdan. Baharat Turu yapacagimiz ormanlik arazi Stone Town'un kuzeyinde. 19.yy'da dünyanin en büyük karanfil üretimine sahip olan Zanzibar simdilerde üretimde birinciligi yakalayamasa da ihraç ettigi ürünler arasinda karanfil ilk sirada. Karanfil disinda üretimleri vanilya, tarçin, limon otu, kakule, küçük hindistancevizi ve daha bir çoklari. Ormana ulasmadan önce yoldan Baharat Turu rehberimiz Bura'yi aliyoruz. Bura diger adalilar gibi çok güler yüzlü. Ormana Bura'nin önderliginde daliyoruz. Ilk is Bura bizi zorlu bir sinava tabi tutuyor. Agaçlardan kopardigi parçalari bize koklatip, hangi baharat oldugunu bulmamizi istiyor. Sanirim gezimizin sonunda sinifi geçiyoruz. Hepsini bilmemize olanak yok, zira birçogu bizim Tük mutfagimizda kullanilmiyor. Agaçlardan koparilan tüm baharat parçalarini muz agacindan orada el maharetiyle yaptiklari çantamizin içinde toplayip ilerliyoruz. Ormanda yasayan yerli bir kadin çarpiyor gözüme, hayli yaslica, bekli de yasli degil ama hayat kosullari onu hizli yaslandirmis. Kucaginda bir bebek tasiyor. Uzaktan fotograf makinami gösteriyorum fotografini çekmek için. Kafasini onaylarcasina salliyor. Ben deklensöre basarken o bana yaklasiyor ve bir seyler söylüyor, ancak Swahilicem o kadar ileri degil, anlamiyorum. Bura yardimima kosuyor. Meger çektigim fotograflari görmek istiyormus. Gösteriyorum, "Asante sana" / "Tesekkür ederim" diyorum ve yürümeye devam ediyorum. Baharat Tur'u sirasinda o civarda yasayan çukulata tadinda çocuklarla karsilasiyoruz. Kucaginda minik kardesiyle bir abla gayet ciddi bir sekilde bana poz veriyor. Cocuklar ilk basta yadirgiyorlar bir mzungu'nun (beyaz insan) elinde kocaman bir fotograf makinasiyla onlarin fotograflarini çekmesini. Ancak, ardindan çektigim fotograflari görünce çocuklardan sevinç çigliklari yükseliyor. Ormanda ayrica tropik meyvelerin de nasil yetistigini, vs tüm bilgileri alip, baharat paketlerinden de satin alip turun en son kismi tropik meyvelerden tatma ve baharatlarla yapilmis çayimizi yudumlama kismina geçiyoruz. Degisik lezzetleri tadarken Bura hayallerinden bahsediyor bize. Ingilizcesi çok güzel, kendi kendine kitaplardan Fransizca'yi da sökmüs. Benden hatta bir kaç Türkçe kelime bile ögreniyor. Mesela karanfil Swahilice karafu demek. Benden Türkçesini ögrendikten sonra ne Ingilizcesini ne de Fransizcasini kullaniyor artik, sadece Türkçesini. Bura 23 yasinda maddi olanaksizliklardan dolayi liseden sonra okuyamamis. En büyük hayali egitimine devam etmek, insaat mühendisi olmak ve Ingiltere'ye kapagi atmak. Tahsilimi tamamlamadan gidersem sadece bulasik yikiyabilirim, ama egitimli gidersem is imkani dogar bana da diyor. O da gözünde Barack Obama'yi idollestirmis. O yaparsa ben de yaparim diyor.



Neden olmasin?


Karanfil


Ananasin böyle yetistigini bilmiyordum. Meyve toplandiktan sonra ayni bitki 6 ayda ancak yeni meyvesini yenecek hale getirebiliyor.



Kirmizi, yesil veya kirmizi biber. Ne zaman topladigina ve uygulanan isleme göre degisiyor...


Fredie Mercury meyvesi. Bu adi vermelerinin nedeni bu meyvenin feminen olmasi ve hanimlar tarafindan ruj olarak kullanilmasi.


Rehberimiz Bura Mercury meyvesini savas boyalari olarak suratina sürdükten sonra...


Bura ve çevrede yasayan çocuklar...










Spice Tour sirasinda bana modellik eden tüm yerli halka tesekkürler...

Zanzibar (1)

Dünyanin belki de en sicak, en samimi, en yoksul ama en güler yüzlü insanlarinin ülkesi Tanzanya'dayiz yine. Esimin Daüsselam'da iki günlük toplantisi akabinde bu sefer Tanzanya'nin adasi Zanzibar'a geçmeye karar verdik. Zanzibar'a feribot veya uçakla geçilebiliyor, ancak havaalanina gidis yolunda zaman kaybedecegimize Darüsselem'da kaldigimiz otelin hemen yakinindaki limandan kalkan feribotla Zanzibar yolculugumuza baslamayi uygun gördük. Yillardir hayallerimi süsleyen Zanzibar, özellikle Türkiye ve Avrupa'da birçok bar ve restorana adini vererek beni ve benim gibi birçoklarini "Acaba nerede bu Zanzibar?" diye haritaya bakmaya sevkeden bir ada kimliginden siyrilirken merak ve heyecanla karisik degisik duygulari ayni anda tatmama neden oldu. Sabahin köründe limana geldigimizde hava nemli ve hayli sicakti. Limanda feribotun kalis saatini beklerken oturdugum yerden kah Zanzibar'a gitmek üzere kuyruga itis kakis giren yerli halki gözlemlerken kah da Solmaz Kâmuran'in romani Kiraze'nin satirlari arasinda çikmis oldugum tarihi yolculuga devam ettim. Feribota bavullarimiz, sirt çantalarimiz ve elimde içinde Darüsselam'dan African Queen ve kendimiz için özenle seçtigim tingatingalarin bulundugu rulo ile bindik. Bindik binmesine, ama inerken bir eksikle, tingatinga rulosunu feribotta unutarak iniverdik (Aman African Queen duymasin!). Zanzibar polisinin pasaportlarimizi kontrol ederken "Jambo" (merhaba), "Karibu" (hosgeldiniz) diyerek bembeyaz 32 disi ortada bizi karsilamasindan sonra hele aklimiza bile gelmedi tingatinga rulomuz. Stone Town'un merkezinde Zanzibar Palace Hotel'e yerlestikten çok sonra bir anda simsek çakti beynimde ve odada tingatinga rulosunu aramaya basladik, ama nafile. Neyse, ertesi gün planladigimiz baharat turu akabinde feribotun varis saatine denk limana gidip umudumuz olmasa da rulomuzu sormaya karar verdik. Limandaki kayip esyalar bürosuna gittigimizde ruloyu duvara dayali görünce açikçasi çok sasirdik, ama yine de adada hirsizlik yok düsüncesiyle seyahatimiz boyunca tedbirimizi elden birakmadik.Adinin Perslerden geldigi söylenen Zanzibar farsça "Zangi-bar", yani siyahlarin sahili anlamina geliyor. Asinda Pemba, Unguja ve Maphia takim adlarinin ortak adi Zanzibar. Günümüzde Zanzibar olarak bilinen adanin asil adi ise Unguja. Ancak adinin popülerliginden olsa bu takim adalardan en turistik olani, yani Unguja günümüzde Zanzibar olarak aniliyor.Otele yerlestikten sonra Stone Town'u (Zanzibar'in bassehri) kesfe çikiyoruz yayan olarak. Daracik sokaklarda beberler, hirdavatçilar, bakkallar, terlikçiler, tamirciler... Dükkaninda sicaktan bunalmis bir terzi pedalli dikis makinasini dükkaninin önüne çikartmis, haril haril siparis aldigi isini yetistirmeye çalisiyor. Yol kenarina dizilmis yerli kadinlarin yayvan hasir sepetlerinde tropikal meyve öbekleri... Kadinli erkekli yogun bir kalabalik. Nüfusun % 95'inin müslüman oldugu adada kadinlarin çogu rengarek yerel giysili, kimisi ise çarsafli, genc kizlar baslarinin üzerindeki sepetleri ve bohçalari dimdik tasiyorlar, erkekler ise üzerlerindeki entarileri, baslarindaki fes ve takkeleriyle çizdikleri tabloda insani adeta zaman tünelinde 200 yil öncesine götürüyorlar. Insanlar çok agir hareket ediyor, adeta zaman durmus gibi. Ya da bir film setinde yüzyillar öncesi canlandiriliyor da biz de konuk sanatçilariz. Ama o üzerimizdeki modern kiyafetlerle o dekora ne kadar uyuyoruz tabi o tartisilir. Yerli halk fotograf çeken turislere alismis. Eger fotograf çekmek için izin isterseniz genelde izin veriyorlar, hatta bazilarinın gelir kaynağı olmuş turistlerim bu çektiği fotograflar. Az bir miktara anlasip yerli halki fotograflariniza model yapabilirsiniz. Bu arada bir çocuk evinin süslü kapisini aralamis çekingen bakislarla gelen geçeni gözlüyor. Bir kaç fotografini çekip çantama çocuklara veririm düsüncesiyle attigim sekerlerden veriyorum. Sekerlere çok seviniyor, ama "Kalem de var mi? Okul için lazim da." diyor. Yanimda olmadigini söylüyorum, ama yarin ona kalem getirecegimize dair söz verip, içimiz parçalanarak ayriliyoruz yanindan. 8.yüzyilda adaya gelen Araplarin egemenligi 19. yüzyila kadar sürmüs, sonra Almanlara, daha sonra da Ingilizlere geçmis yönetim. 1866'da Ingilizlerle olan savas tarihin en kisa savasi, Zanzibar 45 dakikada teslim olmus. Daracik sokakli Stone Town'un tüm kapilari oymali, kakmali, metallerle bezeli. Arap gelenegine göre kapi, ev sahibinin varliginin simgesiymis. Yerliler ne yapip edip o yoksul klübelerine birer süslü kapi takarmis. Kapilar genelde tik agacindan yapilmis oldugundan günümüze kadar gelebilmisler. Stone Town'da dolasip hemen hemen tüm süslü kapilari fotografliyoruz.
Dolasirken Hotel Hurumzi'nin terasinda mola verip Zanzibar manzarasina karsi yemeklerimizi yerken buz gibi lokal Klimanjaro biralarimizi yudumluyoruz.






























Simdilik bu kadar...

Yarin Baharat Turu... Kurban Bayrami'nda da baharat turu iyi gider diye düsündüm :-).

Bu vesilesiyle de herkesin bayrami kutlu olsun efendim...

20.11.08

African Heritage House

African Heritage House, Türkçe tercümesiyle Afrika Miras Evi’nde, Amerikali Alan Donovan’in 30 yili asan emegiyle Afrika'nin dört bir kösesinden toplanmis, Afrika yerlilerinin el emegi göz nurunu yansitan el sanatlari sergileniyor. Yeryüzünde bir esine daha raslayamayacagimiz, Nairobi Ulusal Parki'na kusbakisi konumlanmis Afrika Miras Evi, Bati Afrika mimarisine gore "çamur mimarisi" ile insa edilmis. Evin projesi, konumu, rengi, iç dösemesi, kisacasi igneden iplige evle ilgili hersey Mr. Donovan’in imzasini tasiyor.








_

Salondan bir görüntü...


Alan Donovan’i hikayesine kisaca bir göz atalim. Onu Afrika’ya sürükleyen ve Afrika mirasini koruma misyonunu kendine görev edinmesini saglayan nedenler nelerdir ?


Alan Donovan’in fiilen Afrika ile tanismasi 1967 yilinda patlak veren Nijerya İç Savaşı, diğer adıyla Biafra Savaşı’na dayaniyor. Amerikan yardim kurulusu, USAID’in bünyesinde savas sirasinda yiyecek bulamayanlara ulasip, onlari açliktan korumakla görevli ekipte görev aliyor. Nijerya’daki bu görevi sirasinda Afrika el sanatlariyla tanisiyor ve hayatindaki degisim böylelikle baslamis oluyor. 1970 yilinda savasin bitimiyle Fransa’ya geçip, VW marka bir otobüs satin alip Sahra Cölü’nü katederek Nijerya’ya geri dönüyor. Afrika’nin bati yakasindan baslayan, dogu yakasinda, Kenya’da noktalanan yolculuguna basliyor Alan. Bu yolculugu sirasinda Afrika ve kendi için neler yapabilecegi sekilleniyor aklinda Alan’in. Kenya’ya yerlestikten sonra African Renaissance Show/ Afrika’nin Rönesans Gösterisi adi altinda Nairobi, Serena Hotel’de Afrika mirasiyla ilgili dans, müzik, tekstil, kiyafet ve Afrika modasini sergileyen bir sergi düzenliyor. Akabinde de Afrika kabilelerinden toparladigi el isi boncuklari, materyalleri ve degerli taslari kullanarak etnik taki pazarina giriyor. Takilarinin tanitimi için ünlü modellerden Iman basta olmak üzere Afrikali bir çok modelle çalisiyor. Masai küpelerini alüminyumdan üreterek ihracata basliyor ve kisa sürede ünü denizleri asip Amerika’ya kadar ulasiyor.




Kenya’ya ayak basar basmaz satin aldigi arazi üzerinde 30 yil gibi uzun bir sürede Afrika’nin dört bir tarafindan toparladigi objeleri sergiledigi evini insa eden Alan, önceden randevu alindigi takdirde kendi rehberliginde evini gezdiriyor ve hatta Afrika’yi doyasiya hissetmek isteyen çiftleri ince bir zevkle dösemis oldugu evinin odalarinda butik otel anlayisiyla konuk ediyor. Oda, kahvalti, hatta önceden belirtmeniz durumunda ögle ve aksam yemegi servisi de veriliyor Afrika Miras Evi’nde.



Nairobi’ye yolunuz düserse Afrika Miras Evi’ni atlamayin, mutlaka ziyaret edin derim.




_


Misafir odalarinin birinin banyosu... Dogrusu hayli keyifli görünüyor...



_

_


_


_


Tuvaletlerden birinin duvari Tanzanya ile özdeslesmis resim sanati tingatingalarla bezenmis...



Tuvaletin içindeki tingatingalarin disaridan görünüsü...


Misafir odalarinin birinden Nairobi Ulusal Park'a kusbakisi...



_


_

Masai savasçilarinin bir zamanlar kullandigi, hayvan derisinden yapilmis kalkanlar. Masailer geri almak istiyorlarmis kalkanlarini, ancak Alan pek vermeye niyetli degil...


Afrikali bir sanatçinin eseri ahsap heykel bahçedeki bar ve minik restoranin adeta bekçiligini yapiyor...