Viktorya Selaleleri Zambezi Nehri üzerinde, Zambiya ve Zimbabve sınırlarının birleştiği noktada yer aliyor. 16 Ekim 1855'te Iskoç misyoner ve kasif David Livingstone tarafından keşfedilmiş ve o dönemde Ingiltere Viktorya dönemini yasadigindan, Kraliçe Viktorya’nin onuruna selalelere Viktorya Selaleleri adini vermis. Keşiften sonra 1904 yılında şelalenin altına demir ve karayolu köprüleri yapılmış. Selalelerin yaklasik 12 km kuzeyinde kurulan kasabaya da Livingstone adi verilmis. Afrika’nin güney, orta ve doğu kesimlerinde 30 yıl boyunca yürüttüğü misyonerlik ve keşif çalışmalarıyla Batı'nın Afrika'ya yönelik yaklaşımlarını büyük ölçüde biçimlendiren bir kisilik Livingstone. Aslinda amacı köle ticareti yerine yasal ticaretin gelişmesini sağlamak için Atlas Okyanusu kıyısına ulaşan uygun bir yol bulmakmis, ama bu arada Viktorya Selaleleri’ni kesfetmis. Kendisini hem yasal ticareti gelistirmek adina verdigi savas ve bu arada da Viktorya Selaleleri’ni kesfettigi için yürekten kutluyorum. Livingstone 70li yaslarinda Zambiya’da sitma ve dizanteriden ölmüs. Ülkesi Livingstone’un bedenini geri isemis. Zambiya Hükümeti de Livingstone’un kalbini çikartip, bedenini Iskoçya’ya “Livingstone’un kalbi haricinde bedenini size iade ediyoruz, çünkü Livingstone’un kalbi zaten Afrika’ya aitti” yazili bir not esliginde iade etmisler.
Viktorya Selaleleri’ne yürüyüs mesafesindeki otelimiz Zambezi Sun’daki odamiza yerlesiyoruz. Balkona çiktigimda odamizin önünden zebralarin geçtigini görüp hayli keyifleniyoruz. Bavullarimizi birakir birakmaz selalelere yürüyoruz. Yolda sirilsiklam olmus, saçlarindan sular damlayarak geri dönen iki Japon turistle karsilasiyoruz. Selalelere ulasmadan önce kalabalik bir satici grubu bizi karsiliyor. Biri DVD, CD satmaya çabalarken digeri crocks terlikler ve yagmurluk kiralamaya çalisiyor. Yolda sirilsiklam geri dönen Japonlari hatirlayip crocks ve yagmurluklari kiraliyoruz. Evet, islanmaya haziriz artik. Bir de pesimize rehber takiliyor. Ona da hayir demiyoruz. Biraz ilerleyince derin bir yamacin yanina geliyoruz. Ileride Zambiya ile Zimbabve’yi birbirine baglayan demir köprü. Köprünün üzerinde adrenalin tutkunlari bungee jumping yapiyor. Köprünün arka kismi Zimbabve tarafinda da uzaktan bir otel gözümüze ilisiyor. Biraz daha ilerledigimizde gürüldeyen dumanin gürültüsü yükseliyor ve adeta sprey seklinde su zerrecikleriyle bizi selamliyor. Muhtesem bir görüntü. Viktorya Selaleleri veya yerel halkin konustugu Mokolulu dilinde « gürüldeyen duman » anlamindaki « Mosi-oa-Tunya » 1.7 km genisligi ve 128 m yüksekligiyle dünyanin en görkemli selalelerinden biri. Selalenin o kadar yükseklikten büyük bir gürültüyle aktigini duyunca ve o hizla akarken etrafa yayilan adeta güçlü bir spreyden püskürüyormus izlenimi veren su zerrecikleriyle islaninca “Mosi-oa-Tunya” isminin selalelere daha bir yakistigina karar veriyor insan. UNESCO Dünya Miraslarindan biri, ve dünyanin yedi harikasindan biri olan Selaleler Zambiya’daki Mosi-oa-Tunya Milli Parki ile Zimbabve’deki Viktorya Selaleleri Milli Parki’nin tam ortasinda adeta bir dogal sinir. Bulutlarin arasindan günes yüzünü gösterir göstermez köprü, selale, nehir ve doganin yesilligine bir de gökkusagi ekleniyor. Nehrin ötesinde, Zimbabve topraklarinda sari yagmurluklarinin içinde insanlar toplanmis selaleye bakiyorlar. Makinam yagmurlugumun içinde. Bozulacak diye içim gidiyor ama diger yandan da düsünüyorum bir daha buraya ne zaman gelebilirim ki, kaçirma fotografla su güzellikleri. Kaçamak bir kaç fotograf çekip yine sakliyorum makinayi yagmurlugumun altina. Eh artik su geçirmeyen bir makina almak sart oldu diye düsünüyorum. Tam karsimizda Livingstone’nun ilk olarak selaleleri gördügü ada, Livingstone Adasi. Bu adaya da ögle yemegi ya da 5 çayi için turlar düzenleniyor. Tepede helikopterler, motorlu parapanlar yerde gördükleriyle yetinmeyip bir de bu güzelligi havadan görmek isteyen macera severleri selalelerin üzerinde gezdiriyor.
Viktorya Selalelerini diger kitalardaki büyük selalelerle karsilastiralim. Kuzey Amerika'daki Niagara Şelaleleri'nin iki kati genislikte olan Viktorya Şelaleleri sadece Güney Amerika'nın Iguazu Şelaleleri ile boy ölçüsebilir durumda. Iguazu 270'den fazla 'küçük' şelaleye bölünmüşken Viktorya dünyadaki en büyük, 100 metreden yüksek ve 1,5 km'den genişlikte, tek su yatağından dökülüyor.
Victoria Şelalesi'nde iki doğal havuz var. Daha cesaretli olanlar devils (şeytanlar) havuzunu, korkaklar ise angels (melekler) havuzunda yüzüyor. Biz kategori disiyiz hiçbirinde yüzmedik. Seytanlar Havuzu’nda Eylül ayi ile Aralik ayi arasinda, yagissiz sezonda, su seviyesi düsükken selalenin döküldügü yere, kayalarin olusturdugu dogal bariyere kadar yüzmek mümkün. Temmuz ayinda biz oradayken su hayli hizli akiyor ve gürüldeyen dumanini etrafina yayiyordu. Dolayisiyla Seytan Havuzu’nda yüzmek mümkün degildi, gerçi mümkün olsa da ben yüzer miydim? Evet soru isareti???. Hele her sene bir kisinin Seytan Havuzu’nda yüzerken selaleden asagiya uçup hayatini kaybettigini duyduktan sonra???
Nehir suyunun en yüksek oldugu aylar Subat ile Mayis arasi. Bu aylarda su spreyinin yüksekligi 400 metreye kadar ulasiyor, ta 50 km uzaktan sudan bulut kümesi görülebiliyor. Biz sansliyiz, bizim orada oldugumuz zaman su hayli debili akiyor, sprey ve su bulutunu da uzaktan görebiliyoruz, hatta yakindan bol bol islaniyoruz. Ancak Subat ile Mayis arasi selalenin döküldügü bogazi görmek imkansizmis. Biz yer yer de olsa görebiliyoruz.
Selale dönüsü hediyelik esya pazarina ugruyoruz Fransa’daki maske kolleksiyonumuza buradan da birkaç parça ilave etmek üzere.
Ögle yemegi akabinde sabah bizi havaalanindan karsilayan bey bir de rehber esliginde bizi otelden aliyor. Istikamet Sef Mukuni’nin köyü. Köyün geçmisi 11.yy’a dayaniyor. Vakti zamaninda Livingstone köyü ziyaret etmis, büyük agacin altinda köyün sefi ve ileri gelenleriyle oturup sohbet etmisler. Köyün toplanma mekani olan o agaci simdi Livingstone agaci olarak aniyorlar. Köyün nüfusu 7000 kadar. Bir kadin bir de erkek sef var köyde. Sefin oglu yoksa erkek kardesi geçiyor basa. Kendi kanunlari ve 2 haneli, toplam 6 kisiyi ayni zamanda barindirabilecek kapasitede kendi hapishanesi var köyün. Arkadasiyla kavga eden bir kisi 3 günlügüne hapis cezasina çarptirilmisti biz oradayken. Evlerini termitlerin olusturdugu toprak birikintileriyle insa ediyorlar. 1 evin ömrü 20 yil kadar. 5 yilda bir yenilenen saz çatili kulubelerin hepsi yuvarlak. Nedeni eve yilan girdiginde çöreklenecek bir köse ararmis, yuvarlak mekanda, hele bir de içinde pek esya bulunmayan bu evlerde döner durur kendine uygun bir köse bulamayip çikar gidermis. Eski zamanlarda 5 km öteden su tasirlarmis. Bu görev tabi ki köyün hanimlarininmis. 4 sene evvel yabancilarin yardimiyla 40 metre derinliginde 5 kuyu açilmis, depolar yapilmis ve su ile doldurulmus. Hanimlar artik rahat. Evlerde elektrik yok. Her evin avlu seklinde minik bir bahçesi var. Hava güzelse yemeklerini disarida pisiriyorlar. Hava yagmurluysa çatisi olan yan kisimlari açik mutfak adini verdikleri bir kulubede pisiriyorlar. Toplanmis oyun oynayan köy çocuklarini görünce dayanamayip, Afrika çocuk fotograf arsivime yenilerini ekliyorum.
Köy akabinde Zambiya’yi Zimbabve’ye baglayan köprüye gidiyoruz. Zambiya tarafindaki gümrük polisinden köprü üzerinde yürümek için izin aliyoruz. Evet, Zimbabve’ye de ayak basiyoruz bu vesileyle. Victoria Şelaleleri dünyanın ne en uzun, ne de en geniş şelaleleri ama hiç kuşkusuz adrenalin tutkunlarınin cenneti ve dogru adresi. Zambiya ile Zimbabve’yi birbirine baglayan sinir köprüden 111 metrelik bir bungee jumpingle şelalerin tüm ihtişamını tepetaklak seyredip, anı olarak da bir video kaydı edinebilirsiniz. Yok, bungee jumping de bize göre degil derseniz. Diğer bir yandan, 5 rampalı bu nehirde –ki bu en güçlü ve zorlayıcı oluyor- rafting de hayli ilginç olabilir. Kenya’da Tana Nehri’nde rafting yaptik, hayli de zevkliydi ama burada açikçasi kaybedecek vaktimiz yok. Rafting yapmak istersek yine Kenya’da yapariz diye karar veriyoruz. Gün batimina az kalmis, dolayisiyla bungee jumping ekibinin yerinde yeller esiyor. Hayli heyecan verici olsa diye düsünüyorum burada bungee jumping yapmak. Ama, yok yok bana göre degil. Zambiya’dan Zambebzi’ye günlük vize ile geçis mümkün. Zambiya’daki Mosi-oa-Tunya Ulusal Parki 66 km2, Zimbabve tarafindaki Viktorya Selaleleri Ulusal Parki ise 23 km2 genisliginde. Ikisi de hayli minik parklar. Buralara kadar geldim bir safari yapmadan dönmek yazik olur diyorsaniz ve sayet uzunca bir süre kalacaksaniz önceden Bostvana vizenizi de temin edip günü birlik komsu ülke Bostvana’ya geçip komsu parkda safari bile yapabilirsiniz.
Ikinci günün sabahi yine selaleye gidiyoruz. Ilk basta hava kapali, günes bulutlarin arasinda nazlaniyor. Rüzgara bagli sanki sprey daha bir güçlü bugün. Rüzgarin da maharetiyle bulutlar dagiliyor. Günes yüzünü gösterir göstermez muhtem bir gökkusagi sovu bizi karsiliyor. Gökkusaginin fotograflarini çekiyorum, her ne kadar gerçegi kadar muhtesem görünmese de, yine de hatiradir. Selale akabinda Livingstone sehir merkezine iniyoruz. Ilk duragimiz Maramba yerel pazari. Burada insanlar pek suratsiz. Fotograf çekmek yasak. Ancak Angola’dan aliskanlik çalinti fotolar çekiyoruz. Nasil mi? Fotograf makinasi boynumuzda asili, sanki bizim makinayla hiç mi hiç alakamiz yok, tek parmak deklansörün üstünde ancak biz yürümeye devam edip, etrafa bakiyoruz sanki fotograf çekmiyormus gibi. Benim makine deklansöre bastikça klik klik ses çikartiyor. Neyse, pazar hayli gürültülü de karisip gidiyor gürültüye. Kurutulmus balik sergisi, evlerinin zeminini parlatmada kullandiklari kirmizi toz, meyve, sebze sergileri, dikis makinasinda haril haril is yetistirmeye çalisan terziler, kuaförler öyle güzel bir görsel sölen var ki içim gidiyor özgürce fotograf çekmek için ama yasak.
Pazar akabinde bir restoranda karnimizi doyurup hemen karsisindaki Livingstone Müzesi’ne gidiyoruz. Müzeyi gezmek için sadece 30 dakikamiz var. Müze pek büyük degil, biz de fazla detaya girmeden gezince 30 dakika sonunda kapidayiz. Acele ediyoruz otele dönmek için, zira 15.30’da Zambezi Nehri’ndeki sunset cruise/günbatimi tekne gezisi için yola çikmamiz gerekiyor. Zambezi Nehri kiyisindaki David Livingstone Hotel’e geliyoruz. Burada da herseyin adi Livingstone, hiç zorlanmiyorlar isim bulmakta sanirim. Yeni bir yer mi açilacak, tamam isim buldum Livingstone. Inanmayacaksiniz ama teknenin adi Lady Livingstone. Sagolsunlar esini de unutmamislar bu arada. Teknenin orta katina çikip hasir koltuklara kuruluyoruz. Diger turistleri beklerken kiyida çalan ksilofon nameleri geliyor kulagimiza. Tekne gezisi dönüsü ksilofon halen oradaysa çalmaya karar veriyorum. Nehir turunda bizimle birlikte irili ufakli bir dolu tekne var. Birbiriyle oynasan suaygirlari, kiyida bir gün önce gün batimi sonrasinda biraktiklari ayak izleri, aylak aylak uyuklayan timsahlar, kara bataklar ve gökyüzünü maviden yavas yavas kizila, hatta mora boyayarak batan günes hep birlikte bize yine harika bir görsel sölen hazirlamislar. Evet, Zambia Nehri’nde gün baska batiyormus. Ellerimizde sarap kadehlerimiz bu sölenin tadina doyasiya varmaya çalisiyoruz. Tekne turumuzun sonuna geldik. Ksilofon çalan iki yerliyi bizi beklerken bulunca pek seviniyor ve hemen yanlarina gidiyorum. Eh, piyano çalmaya pek benzemiyor ama bir seyler çalmaya, onlara eslik etmeye çalisiyorum en azindan.
Aksam oteldeyiz.Afrika dans sovu var. Uzun süredir Afrika’da yasamanin getirdigi bir sey olsa gerek turistik gösteriler hiç de ilgimizi çekmiyor.
Ertesi sabah fil safarisi yapmak için erkenden haziriz. Bizimle birlikte bir kisi daha var. Sürümüz 8 filden olusuyor. Hepimiz birer file, bakicilarin arkasina biniyoruz. Benim filin adi Mary, 16 yasinda. Toplam 80 yasina kadar yasiyorlarmis filler. 80 yas civari dislerini kaybettiklerinden beslenemedikleri için ölüyorlarmis. Kulaklari Asya iline göre daha büyük ve sasirticidir Afrika Kitasi seklinde. Kulaklarini yelpaze olarak ve birbirlerine mesaj vermek amaçli kullaniyorlar. O kadar akillilar ki verilen komutu yineletmeden hemen yerine getiriyorlar. Günde bir fil yaklasik 259 kg yesillik, agaç yapragi, dali, vs yiyor, 150 lt’de su içiyor. Ormanlik alanda fil safarimiz 1 saat kadar sürüyor. Filin üstünde ilerlerken ya da saga sola sallanir ve arada hoplarken fotograf çekmeye çabaliyorum ama hayli zorlaniyorum. Safari bitiminde filleri besleyip, seviyoruz.
Artik dönüs yoluna geçme zamani. Gerçi halen vaktimiz var otelden ayrilmaya. Biz de bu zamani degerlendirip bizim otelle ayni parktaki diger otele yürüyoruz . Otelin adini tahmin edin ne? Evet, bildiniz “Royal Livingstone Hotel”. Otel Ingiliz koloni devrinden kalma Ingiliz asillerinin oteli adeta. Park alanindaki bu yürüyüs sirasinda 3 zürafa (hani ilk gün bizim balkonun önünden geçenler) ve 6 zebrayla karsilasiyoruz. Simdiye kadar bir zebra ve zürafaya hiç bu kadar yaklasmamistim. Hayli evciller. Hayvanlarin bakicisi yanimiza geliyor. Bizi uyariyor zebranin kafasina dokunmamamiz ve arkasina geçmememiz için. Isirabilir veya tepebilirmis. Ben de ürkek ürkek yakasip bir kaç poz veriyorum zebrayla.
Afrika'nin yine ücra köseleriyle ilgili yazilarimda bulusmak üzere.....