22.12.10

Adrenalin tutkunu musunuz? O zaman dogru Viktorya Selaleleri'ne...

23 Temmuz 2010, Zambiya özel havayollarinin Proflight Jetstream 31/2 sabah uçagiyla Lusaka’dan Livingstone’a, dolayisiyla da Livingstone’a 12 km uzakliktaki Viktorya Selaleleri’ne dogru yola çikiyoruz. 18 kisi kapasiteli, minik uçagimizda pilot kabini ile yolcu bölümü sadece bir perde ile ayriliyor. Uçus süremiz 1 saat 10 dakika. Yolculuk biraz sarsintili, bunun uzantisi olarak da bol duali geçiyor. Uçak inise geçmeden önce Viktorya Selaleleri’ni görmeye çabaliyoruz. Uzaklarda bir beyazlik, dumanimsi bir görüntü var. Orasi olsa gerek. Livingstone’a indigimizde turizm sirketinin transfer elemani ile Zambezi Havayollari’nin teknik direktörünün bizi karsilamasi için gönderdigi bir bey arasinda kaliyoruz. Turizm sirketinin elemanina tesekkür edip Zambezi Havayollari’nin personeli ile yolumuza devam ediyoruz. Zambezi Havayollari’nin elemaninin hanimi Livingstonelu bir prensesmis. Evet, biz de sasiriyoruz. Megerse prensesimiz Livingstonelu bir kabile reisinin kiziymis ve reisin kizlari prenses olarak anilirmis. Prensesin esinden Livingstone ve Viktorya Selaleleriyle ilgili bilgileri aliyoruz yol boyunca. Routard ve internetten hayli bilgi edinip geldik ama bir de ondan dinleyelim.

Viktorya Selaleleri Zambezi Nehri üzerinde, Zambiya ve Zimbabve sınırlarının birleştiği noktada yer aliyor. 16 Ekim 1855'te Iskoç misyoner ve kasif David Livingstone tarafından keşfedilmiş ve o dönemde Ingiltere Viktorya dönemini yasadigindan, Kraliçe Viktorya’nin onuruna selalelere Viktorya Selaleleri adini vermis. Keşiften sonra 1904 yılında şelalenin altına demir ve karayolu köprüleri yapılmış. Selalelerin yaklasik 12 km kuzeyinde kurulan kasabaya da Livingstone adi verilmis. Afrika’nin güney, orta ve doğu kesimlerinde 30 yıl boyunca yürüttüğü misyonerlik ve keşif çalışmalarıyla Batı'nın Afrika'ya yönelik yaklaşımlarını büyük ölçüde biçimlendiren bir kisilik Livingstone. Aslinda amacı köle ticareti yerine yasal ticaretin gelişmesini sağlamak için Atlas Okyanusu kıyısına ulaşan uygun bir yol bulmakmis, ama bu arada Viktorya Selaleleri’ni kesfetmis. Kendisini hem yasal ticareti gelistirmek adina verdigi savas ve bu arada da Viktorya Selaleleri’ni kesfettigi için yürekten kutluyorum. Livingstone 70li yaslarinda Zambiya’da sitma ve dizanteriden ölmüs. Ülkesi Livingstone’un bedenini geri isemis. Zambiya Hükümeti de Livingstone’un kalbini çikartip, bedenini Iskoçya’ya “Livingstone’un kalbi haricinde bedenini size iade ediyoruz, çünkü Livingstone’un kalbi zaten Afrika’ya aitti” yazili bir not esliginde iade etmisler.

Viktorya Selaleleri’ne yürüyüs mesafesindeki otelimiz Zambezi Sun’daki odamiza yerlesiyoruz. Balkona çiktigimda odamizin önünden zebralarin geçtigini görüp hayli keyifleniyoruz. Bavullarimizi birakir birakmaz selalelere yürüyoruz. Yolda sirilsiklam olmus, saçlarindan sular damlayarak geri dönen iki Japon turistle karsilasiyoruz. Selalelere ulasmadan önce kalabalik bir satici grubu bizi karsiliyor. Biri DVD, CD satmaya çabalarken digeri crocks terlikler ve yagmurluk kiralamaya çalisiyor. Yolda sirilsiklam geri dönen Japonlari hatirlayip crocks ve yagmurluklari kiraliyoruz. Evet, islanmaya haziriz artik. Bir de pesimize rehber takiliyor. Ona da hayir demiyoruz. Biraz ilerleyince derin bir yamacin yanina geliyoruz. Ileride Zambiya ile Zimbabve’yi birbirine baglayan demir köprü. Köprünün üzerinde adrenalin tutkunlari bungee jumping yapiyor. Köprünün arka kismi Zimbabve tarafinda da uzaktan bir otel gözümüze ilisiyor. Biraz daha ilerledigimizde gürüldeyen dumanin gürültüsü yükseliyor ve adeta sprey seklinde su zerrecikleriyle bizi selamliyor. Muhtesem bir görüntü. Viktorya Selaleleri veya yerel halkin konustugu Mokolulu dilinde « gürüldeyen duman » anlamindaki « Mosi-oa-Tunya » 1.7 km genisligi ve 128 m yüksekligiyle dünyanin en görkemli selalelerinden biri. Selalenin o kadar yükseklikten büyük bir gürültüyle aktigini duyunca ve o hizla akarken etrafa yayilan adeta güçlü bir spreyden püskürüyormus izlenimi veren su zerrecikleriyle islaninca “Mosi-oa-Tunya” isminin selalelere daha bir yakistigina karar veriyor insan. UNESCO Dünya Miraslarindan biri, ve dünyanin yedi harikasindan biri olan Selaleler Zambiya’daki Mosi-oa-Tunya Milli Parki ile Zimbabve’deki Viktorya Selaleleri Milli Parki’nin tam ortasinda adeta bir dogal sinir. Bulutlarin arasindan günes yüzünü gösterir göstermez köprü, selale, nehir ve doganin yesilligine bir de gökkusagi ekleniyor. Nehrin ötesinde, Zimbabve topraklarinda sari yagmurluklarinin içinde insanlar toplanmis selaleye bakiyorlar. Makinam yagmurlugumun içinde. Bozulacak diye içim gidiyor ama diger yandan da düsünüyorum bir daha buraya ne zaman gelebilirim ki, kaçirma fotografla su güzellikleri. Kaçamak bir kaç fotograf çekip yine sakliyorum makinayi yagmurlugumun altina. Eh artik su geçirmeyen bir makina almak sart oldu diye düsünüyorum. Tam karsimizda Livingstone’nun ilk olarak selaleleri gördügü ada, Livingstone Adasi. Bu adaya da ögle yemegi ya da 5 çayi için turlar düzenleniyor. Tepede helikopterler, motorlu parapanlar yerde gördükleriyle yetinmeyip bir de bu güzelligi havadan görmek isteyen macera severleri selalelerin üzerinde gezdiriyor.


Viktorya Selalelerini diger kitalardaki büyük selalelerle karsilastiralim. Kuzey Amerika'daki Niagara Şelaleleri'nin iki kati genislikte olan Viktorya Şelaleleri sadece Güney Amerika'nın Iguazu Şelaleleri ile boy ölçüsebilir durumda. Iguazu 270'den fazla 'küçük' şelaleye bölünmüşken Viktorya dünyadaki en büyük, 100 metreden yüksek ve 1,5 km'den genişlikte, tek su yatağından dökülüyor.

Victoria Şelalesi'nde iki doğal havuz var. Daha cesaretli olanlar devils (şeytanlar) havuzunu, korkaklar ise angels (melekler) havuzunda yüzüyor. Biz kategori disiyiz hiçbirinde yüzmedik. Seytanlar Havuzu’nda Eylül ayi ile Aralik ayi arasinda, yagissiz sezonda, su seviyesi düsükken selalenin döküldügü yere, kayalarin olusturdugu dogal bariyere kadar yüzmek mümkün. Temmuz ayinda biz oradayken su hayli hizli akiyor ve gürüldeyen dumanini etrafina yayiyordu. Dolayisiyla Seytan Havuzu’nda yüzmek mümkün degildi, gerçi mümkün olsa da ben yüzer miydim? Evet soru isareti???. Hele her sene bir kisinin Seytan Havuzu’nda yüzerken selaleden asagiya uçup hayatini kaybettigini duyduktan sonra???

Nehir suyunun en yüksek oldugu aylar Subat ile Mayis arasi. Bu aylarda su spreyinin yüksekligi 400 metreye kadar ulasiyor, ta 50 km uzaktan sudan bulut kümesi görülebiliyor. Biz sansliyiz, bizim orada oldugumuz zaman su hayli debili akiyor, sprey ve su bulutunu da uzaktan görebiliyoruz, hatta yakindan bol bol islaniyoruz. Ancak Subat ile Mayis arasi selalenin döküldügü bogazi görmek imkansizmis. Biz yer yer de olsa görebiliyoruz.

Selale dönüsü hediyelik esya pazarina ugruyoruz Fransa’daki maske kolleksiyonumuza buradan da birkaç parça ilave etmek üzere.

Ögle yemegi akabinde sabah bizi havaalanindan karsilayan bey bir de rehber esliginde bizi otelden aliyor. Istikamet Sef Mukuni’nin köyü. Köyün geçmisi 11.yy’a dayaniyor. Vakti zamaninda Livingstone köyü ziyaret etmis, büyük agacin altinda köyün sefi ve ileri gelenleriyle oturup sohbet etmisler. Köyün toplanma mekani olan o agaci simdi Livingstone agaci olarak aniyorlar. Köyün nüfusu 7000 kadar. Bir kadin bir de erkek sef var köyde. Sefin oglu yoksa erkek kardesi geçiyor basa. Kendi kanunlari ve 2 haneli, toplam 6 kisiyi ayni zamanda barindirabilecek kapasitede kendi hapishanesi var köyün. Arkadasiyla kavga eden bir kisi 3 günlügüne hapis cezasina çarptirilmisti biz oradayken. Evlerini termitlerin olusturdugu toprak birikintileriyle insa ediyorlar. 1 evin ömrü 20 yil kadar. 5 yilda bir yenilenen saz çatili kulubelerin hepsi yuvarlak. Nedeni eve yilan girdiginde çöreklenecek bir köse ararmis, yuvarlak mekanda, hele bir de içinde pek esya bulunmayan bu evlerde döner durur kendine uygun bir köse bulamayip çikar gidermis. Eski zamanlarda 5 km öteden su tasirlarmis. Bu görev tabi ki köyün hanimlarininmis. 4 sene evvel yabancilarin yardimiyla 40 metre derinliginde 5 kuyu açilmis, depolar yapilmis ve su ile doldurulmus. Hanimlar artik rahat. Evlerde elektrik yok. Her evin avlu seklinde minik bir bahçesi var. Hava güzelse yemeklerini disarida pisiriyorlar. Hava yagmurluysa çatisi olan yan kisimlari açik mutfak adini verdikleri bir kulubede pisiriyorlar. Toplanmis oyun oynayan köy çocuklarini görünce dayanamayip, Afrika çocuk fotograf arsivime yenilerini ekliyorum.

Köy akabinde Zambiya’yi Zimbabve’ye baglayan köprüye gidiyoruz. Zambiya tarafindaki gümrük polisinden köprü üzerinde yürümek için izin aliyoruz. Evet, Zimbabve’ye de ayak basiyoruz bu vesileyle. Victoria Şelaleleri dünyanın ne en uzun, ne de en geniş şelaleleri ama hiç kuşkusuz adrenalin tutkunlarınin cenneti ve dogru adresi. Zambiya ile Zimbabve’yi birbirine baglayan sinir köprüden 111 metrelik bir bungee jumpingle şelalerin tüm ihtişamını tepetaklak seyredip, anı olarak da bir video kaydı edinebilirsiniz. Yok, bungee jumping de bize göre degil derseniz. Diğer bir yandan, 5 rampalı bu nehirde –ki bu en güçlü ve zorlayıcı oluyor- rafting de hayli ilginç olabilir. Kenya’da Tana Nehri’nde rafting yaptik, hayli de zevkliydi ama burada açikçasi kaybedecek vaktimiz yok. Rafting yapmak istersek yine Kenya’da yapariz diye karar veriyoruz. Gün batimina az kalmis, dolayisiyla bungee jumping ekibinin yerinde yeller esiyor. Hayli heyecan verici olsa diye düsünüyorum burada bungee jumping yapmak. Ama, yok yok bana göre degil. Zambiya’dan Zambebzi’ye günlük vize ile geçis mümkün. Zambiya’daki Mosi-oa-Tunya Ulusal Parki 66 km2, Zimbabve tarafindaki Viktorya Selaleleri Ulusal Parki ise 23 km2 genisliginde. Ikisi de hayli minik parklar. Buralara kadar geldim bir safari yapmadan dönmek yazik olur diyorsaniz ve sayet uzunca bir süre kalacaksaniz önceden Bostvana vizenizi de temin edip günü birlik komsu ülke Bostvana’ya geçip komsu parkda safari bile yapabilirsiniz.


Ikinci günün sabahi yine selaleye gidiyoruz. Ilk basta hava kapali, günes bulutlarin arasinda nazlaniyor. Rüzgara bagli sanki sprey daha bir güçlü bugün. Rüzgarin da maharetiyle bulutlar dagiliyor. Günes yüzünü gösterir göstermez muhtem bir gökkusagi sovu bizi karsiliyor. Gökkusaginin fotograflarini çekiyorum, her ne kadar gerçegi kadar muhtesem görünmese de, yine de hatiradir. Selale akabinda Livingstone sehir merkezine iniyoruz. Ilk duragimiz Maramba yerel pazari. Burada insanlar pek suratsiz. Fotograf çekmek yasak. Ancak Angola’dan aliskanlik çalinti fotolar çekiyoruz. Nasil mi? Fotograf makinasi boynumuzda asili, sanki bizim makinayla hiç mi hiç alakamiz yok, tek parmak deklansörün üstünde ancak biz yürümeye devam edip, etrafa bakiyoruz sanki fotograf çekmiyormus gibi. Benim makine deklansöre bastikça klik klik ses çikartiyor. Neyse, pazar hayli gürültülü de karisip gidiyor gürültüye. Kurutulmus balik sergisi, evlerinin zeminini parlatmada kullandiklari kirmizi toz, meyve, sebze sergileri, dikis makinasinda haril haril is yetistirmeye çalisan terziler, kuaförler öyle güzel bir görsel sölen var ki içim gidiyor özgürce fotograf çekmek için ama yasak.

Pazar akabinde bir restoranda karnimizi doyurup hemen karsisindaki Livingstone Müzesi’ne gidiyoruz. Müzeyi gezmek için sadece 30 dakikamiz var. Müze pek büyük degil, biz de fazla detaya girmeden gezince 30 dakika sonunda kapidayiz. Acele ediyoruz otele dönmek için, zira 15.30’da Zambezi Nehri’ndeki sunset cruise/günbatimi tekne gezisi için yola çikmamiz gerekiyor. Zambezi Nehri kiyisindaki David Livingstone Hotel’e geliyoruz. Burada da herseyin adi Livingstone, hiç zorlanmiyorlar isim bulmakta sanirim. Yeni bir yer mi açilacak, tamam isim buldum Livingstone. Inanmayacaksiniz ama teknenin adi Lady Livingstone. Sagolsunlar esini de unutmamislar bu arada. Teknenin orta katina çikip hasir koltuklara kuruluyoruz. Diger turistleri beklerken kiyida çalan ksilofon nameleri geliyor kulagimiza. Tekne gezisi dönüsü ksilofon halen oradaysa çalmaya karar veriyorum. Nehir turunda bizimle birlikte irili ufakli bir dolu tekne var. Birbiriyle oynasan suaygirlari, kiyida bir gün önce gün batimi sonrasinda biraktiklari ayak izleri, aylak aylak uyuklayan timsahlar, kara bataklar ve gökyüzünü maviden yavas yavas kizila, hatta mora boyayarak batan günes hep birlikte bize yine harika bir görsel sölen hazirlamislar. Evet, Zambia Nehri’nde gün baska batiyormus. Ellerimizde sarap kadehlerimiz bu sölenin tadina doyasiya varmaya çalisiyoruz. Tekne turumuzun sonuna geldik. Ksilofon çalan iki yerliyi bizi beklerken bulunca pek seviniyor ve hemen yanlarina gidiyorum. Eh, piyano çalmaya pek benzemiyor ama bir seyler çalmaya, onlara eslik etmeye çalisiyorum en azindan.


Aksam oteldeyiz.Afrika dans sovu var. Uzun süredir Afrika’da yasamanin getirdigi bir sey olsa gerek turistik gösteriler hiç de ilgimizi çekmiyor.

Ertesi sabah fil safarisi yapmak için erkenden haziriz. Bizimle birlikte bir kisi daha var. Sürümüz 8 filden olusuyor. Hepimiz birer file, bakicilarin arkasina biniyoruz. Benim filin adi Mary, 16 yasinda. Toplam 80 yasina kadar yasiyorlarmis filler. 80 yas civari dislerini kaybettiklerinden beslenemedikleri için ölüyorlarmis. Kulaklari Asya iline göre daha büyük ve sasirticidir Afrika Kitasi seklinde. Kulaklarini yelpaze olarak ve birbirlerine mesaj vermek amaçli kullaniyorlar. O kadar akillilar ki verilen komutu yineletmeden hemen yerine getiriyorlar. Günde bir fil yaklasik 259 kg yesillik, agaç yapragi, dali, vs yiyor, 150 lt’de su içiyor. Ormanlik alanda fil safarimiz 1 saat kadar sürüyor. Filin üstünde ilerlerken ya da saga sola sallanir ve arada hoplarken fotograf çekmeye çabaliyorum ama hayli zorlaniyorum. Safari bitiminde filleri besleyip, seviyoruz.


Artik dönüs yoluna geçme zamani. Gerçi halen vaktimiz var otelden ayrilmaya. Biz de bu zamani degerlendirip bizim otelle ayni parktaki diger otele yürüyoruz . Otelin adini tahmin edin ne? Evet, bildiniz “Royal Livingstone Hotel”. Otel Ingiliz koloni devrinden kalma Ingiliz asillerinin oteli adeta. Park alanindaki bu yürüyüs sirasinda 3 zürafa (hani ilk gün bizim balkonun önünden geçenler) ve 6 zebrayla karsilasiyoruz. Simdiye kadar bir zebra ve zürafaya hiç bu kadar yaklasmamistim. Hayli evciller. Hayvanlarin bakicisi yanimiza geliyor. Bizi uyariyor zebranin kafasina dokunmamamiz ve arkasina geçmememiz için. Isirabilir veya tepebilirmis. Ben de ürkek ürkek yakasip bir kaç poz veriyorum zebrayla.

Afrika'nin yine ücra köseleriyle ilgili yazilarimda bulusmak üzere.....

19.12.10

Lusaka'ya bir iki, Zambia...

Aylardan Temmuz, yillardan 2010. Her zaman oldugu gibi son anda ortaya çikan esimin is toplantilarindan birinin pesine haftasonunu katik yapmaya karar veriyoruz. Bu seferki rotamiz Zambiya’nin bassehri Lusaka’daki 2 gün akabinde Livingstone’daki Viktorya Selaleleri. Zambiya’daki turizm sirketleriyle baglantiya geçiyorum acilen. Fiyatlar hayli el yaksa da, eh artik karar verildi bir kere deyip Lusaka-Livingstone uçak biletleri ve Zambia Sun Hotel’deki yerimizi ayirtiyoruz.
21 Temmuz sabahi Kenya Havayollari’nin Nairobi-Lusaka uçagina biniyoruz. Uçak uçak degil adeta otobüs, hani su sehirlerarasi yollarda ördek toplayanlardan. Nairobi’den 30 dakika rötarla havalanan uçak Malawi’nin bassehri Lilongwe’de yolcu indirmek ve bindirmek için 1 saat durakliyor. Normal sartlarda 2 saat sürecek yolculuk toplam 3 buçuk saat kadar sürüyor. Eh, burasi Afrika. Zaman burada pole pole isliyor (Swahilice pole pole yavas yavas demek). Biz de haddinden fazla alistik Afrika’nin ritmine ne de olsa.

Yola çikmadan önce internetteki Zambiya ile ilgili dokumanlari tariyoruz . Zambiya Cumhuriyeti Afrika’nin güneyinde, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Tanzanya, Malavi, Zimbabve, Mozambik, Bostvana, Namibya ve bizim 2006-2008 senelerinde yasadigimiz Angola ile komsu. Eski adı Kuzey Rodezya olan Zambezi adini Zambezi Irmagi'ndan aliyor. Rodezya ismini 1889 da ülkede bulunan maden ruhsatlarının tamamını, değersiz hediyeler karşılığı, Kral Lobengula Lewanka' dan alan, De Beers Madencilik Şirketi'nin kurucusu Cecil Rhodes’dan almis. Her ne kadar Afrika’daki ülkeler bagimsizliklarina kavusmus olsalar da tarihte verilen tavizlerin neticesi pirlanta konusunda öncü firma De Beers yeralti zengini Afrika ülkelerinde halen pirlanta konusunda söz sahibi. Angola’nin bassehri Luanda’da De Beers’in gökdeleni Afrika’daki pirlantanin halen sahibi benim der gibi vakur bir edayla yükseliyor diger minik binalarin yaninda. Konumuza dünersek, o dönemde Zambia topraklari Kuzey Rodezya olarak, Zimbabve topraklari ise Güney Rodezya olarak anilirmis. Ilk Cumhurbaskani Kenneth Kaunda liderliginde 24 Ekim 1964 tarihinde Zambiya Cumhuriyeti kurularak Kuzey Rodezya sadece tarih kitaplarinda anilir olmus.
Bu arada biz Zambiya’ya çoktan vardik bile. Havaalani Afrika’daki digerleri gibi ufak, adeta otobüs terminali. Bagajlarimizi alir almaz otelimizin yolunu tutuyoruz. Taksi yolculugu sirasinda Lusaka ile ilgili ilk izlenimleri edinmeye çalisiyor, soföre sorular soruyoruz. Lusaka’da 2 milyon kadar insan yasiyormus. Gözümüze ilk çarpan yollar hayli düzenli ve temiz. Gelmeden önce edindigimiz bilgiye göre ülke hayli fakir ancak etrafta göze çarpan dilenci yok. Insanlar hayli sakin ve bir o kadar da güler yüzlü. Su anda 4. Hükümet is basinda. Vefat eden 3. Cumhurbaskani anisina anit mezar yapmislar. Hani iki paragraf önce bahsettigim, Zambiya Cumhuriyeti’nin kurucusu, 1. Cumhurbaskani Kenneth Kaunda halen hayatta (86 yasinda) ve hayli saglikli. Sagligini uzun yürüyüslere ve vejeteryan olmasina bagliyorlar. Kaunda’nin bagimsizlik hareketini baslattigi minik evini müzeye dönüstürmüsler. 9 çocugundan yedisi hayatta. Cocuklarindan biri AIDS’den ölmüs, digerini ise soyguncular öldürmüs. AIDS Zambiya’nin problemlerinin en basinda yer aliyor. Zambiya dünyada en yüksek AIDS vakasina sahip ülke. Her 7 yetiskinden 1 tanesi AIDSli. Zambiyalilar için yasam süresi 39lara kadar düsmüs durumda. Oglu AIDS’e yeni düsen Kaunda Zambia’nin genç jenerasyonunu AIDS’e karsi bilinçlerdirmek üzere yogun bir çalisma içine girmis. Zambiya her ne kadar zengin ülkelerden bu verdigi savas için yüklü miktarda yardim alsa da sehirde yasayan nüfusun %25lik bölümü halen AIDSli. Yetkililerin açiklamasi bu kadar çabaya ragmen AIDS su anda ancak duraklama evresinde, gerilemeye baslamadi bile. Kirk yildir barisi yasayan Zambiya gerek fakirlikle, gerekse AIDS ile daha uzun yillar savasmaya devam edecek gibi görünüyor.

Otele yerlesir yerlesmez bu bilgiler isiginda kendimi Lusaka sokaklarina atiyorum. Ilk durak Lusaka Ulusal Müzesi. Giristen aldigim brosüre hizlica bir göz atip dolasmaya basliyorum. Müzenin giris katinda Zambiyali çagdas sanatçilarin resim ve heykelleri var. Ikinci katta da fotograflar, dokümanlarla Zambiya’nin tarihi anlatiliyor, bir kisim yerli halkin hali hazirda nasil yasadiklarini kurduklari kulübeler ve insan heykelleriyle canlandiriyorlar. Ikinci katin bir bölümü büyücülere ayrilmis. Zambiyalilar dogaüstü güçlere ve bu güçlere sahip büyücülere inaniyorlar. Büyücüler onlar için tedavi eden iyileştiren, şifa veren insanlar. Zambiya’da insanlar büyücülük konusunda o kadar ileri gitmisler ki sonunda hükümet büyücülügü kisitlayan bir kanun çikartmakta bulmus çözümü. Hali hazirda gizli sakli büyücülük devam etmekte Zambiya’da. Müzede büyücülerin sifa vermek için törenlerde kullandiklari mateyaller de sergileniyor.

Yasak da olsa flassiz kaçamak birkaç fotograf çekip çikiyorum müzeden. Ikinci durak müzenin hemen yani basindaki “Freedom Statue/Özgürlük Heykeli”. Bronzdan yapilmis zincirlerini kiran Afrikali insan heykeli, Afrika’nin esaret dönemini çok güzel temsil ediyor. Içim aciyor yine o günlerde yasananlari düsündügümde.

Yola devam. Trafikte kimsenin acelesi yok. Sükunet hakim. Burada sinirlenmek hayli zor diye düsünüyorum. Insan bir süre sonra siyah adamin zaman kavramina alisip beyaz insanin o saatine bagimliligindan kurtuluyor. Bir sonraki durak Kaunda’nin müze evi. Eh, o kadar hikaye duyup da Kaunda’nin evini ziyaret etmemek olmazdi. Müze ev 2 minik oda, 1 minik salon ve mutfaktan olusuyor. Bu evde yasarlarken Kaunda’nin 6 çocugu o minik odalardan birinde hep beraber uyuyormus. Odada sadece tek kisilik, tek bir yatak var. Iki büyük oglan çocugu yatakta, diger çocuklar ise yere silteleri serip uyuyorlarmis. Evdeki kirik dökük esyalar Kaunda ve ailesi’nin kullanmis oldugu original esyalarmis. Bagimsizlik hareketlerinin bu minicik evde yapilan toplantilar esnasinda ortaya çikmasi beni sasirtiyor. Ne sartlar altinda olunursa olunsun insan istedikten sonra basarabiliyor diye düsünüyorum.

Kaunda Müzesi’nden sonra istikamet Village Market/Köy Pazari. Her gittigim ülkeden mutlaka hatira bir seyler aliyorum. Buradan da Fransa, Dinard’daki evimizdeki maske kolleksiyonuna bir yeni parça daha ekliyorum.

Internetten mutlaka görülmesi gerekenler arasinda yazili olan Lusaka’nin en eski mezarligina gidiyorum. Mezarliktaki rehberim dilsiz. Topraga çizerek, el kol hareketleriyle anlasiyoruz. Genelde Ingilizler yatiyor mezarlikta. Bir kisim yerlinin de mezari var ama özensiz. Hatta Ingilizlerin mezarlarindan çok uzakta bir alana gömülmüs yerliler. Su yaziyi yazarken bir Türk hanimla evlenip Bodrum’a yerlesen, bir süre sonra da hayata gözlerini yuman yabancinin ölüsünün düstügü durum geliyor aklima. Hani su Bodrum'un ileri gelen ailelerinden birinin mezarinin yanina defnedilen ve o Hristiyan diye mezari açilip da mezarligin en dip kösesine tekrardan gömülen yabancinin durumu. Zambiyalilar daha ihtiyatlilar. Onlar bastan ayirmislar mezarligi beyazlar ve siyahlar diye.

Otele dönüs zamani. Yarin sabah erken uçakla Lusaka’dan Livingstone’a geçecegiz.

Livingstone, Viktorya Selaleleri’nde görüsmek üzere…

18.12.10

Kenya'da 3 yıl sonra soruşturma

Son seçimlerde Kenya'da yaşanan karşıklığın ardından en az bin 500 kişi hayatını kaybetmis, 350 bin kişi de sürgün edilmisti. Aradan 3 yıl geçtikten sonra ilk kez üst düzey yetkililer hakkında soruşturma açildi

NAIROBI- Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi (ICC), Kenya'nın 3 Bakanı ve eski bir polis şefini 2007 seçimleri sonrası yaşanan vahşetten sorumlu 6 kişi arasında gösterdi. Yaşanan olaylarda en az bin 500 kişi hayatını kaybederken 350 bin kişi ise yerinden yurdundan edilmisti.
ICC'nin Başsavcısı Luis Moreno-Ocampo, Eğitim Bakanı William Ruto, Ekonomi bakanı Uhuru Kenyatta, Sanayi Bakanı Henry Kiprono Kosgey ve polis şefi Muhammed Hüseyin Ali'nin açıkça adam öldürmek, sınır dışı etme ve işkenceden dolayı mahkemeye çağrıldıklarını açıkladı. Elinde 2 farklı dosya taşıyan savcı, diğer dosyada ise radyo yöneticisi Joshua Arap Sang ve kabine sekreteri Francis Kirimi Muthaura'nın dosyalarının olduğunu söyledi.

Savcı Ocampo, "Biz kanıtları takip ediyoruz. Siyasi sorumluluğu dikkate almıyoruz. Politik çekişme var ve bu benim sorumluluğumda değil" dedi. Bir sonraki seçimler için davanın şiddeti önlemede caydırıcı özellik taşıdığını belirten ICC, bundan sonraki olaylar için de ceza uygulanmasının yolunu açtığını bildirdi.

ICC'nin yoğun ilgiyle beklenen Kenya'nın kırılgan yapısını bozabilecek, Başkan Mwai Kibaki ve Başbakan Raila Odinga tarafından kurulan hükümeti bozabilecek potansiyele sahip. Üst düzey isimlerin şüpheli olarak açıklanması ülkede gerilimi arttırdı. Yerel medya hükümetin değişebileceğini bildirdi.

Kenya'nın polis yetkilileri ise, ICC açıklaması sonrası çıkacak olaylara hızlı ve organize bir şekilde müdahale edeceklerini söyledi.


Haber Etkin Haber Ajansi'nin 15/12/2010 tarihli haberinden alinmistir.




Halen asayis berkemal Kenya'da, ancak ülkeyi 2011'de neler bekliyor gelecek günlerde görecegiz.

Günes Afrika'nin üstünde parildiyor...

Son agaç baskim "Sun is shining on Africa / Günes Afrika'nin üstünde parildiyor".
45 x 70 cm boyutunda, 8 renk baski...


16.12.10

Kangemi'ye hosgeldin Noel!

"Onlar da Cocuk" adi altinda Nairobi'nin gecekondu mahallesinde yapmis oldugumuz aktivitelerle ilgili daha önce iki yazi yazmis, fotograflar yayinlamistim. Dün yine üç Türk hanim yollara düstük çocuklara Noel ve Yeni Yil partisi düzenlemek amaciyla. Görev bölümü yaptik. Kasa bu aralar ben oldugum için benim görevim 100 civarinda çocuga içecek temin etmek ve abur cubur seyler satin almakti. Bundan önceki yazilarimin akabinde blogdaslarimdan biri benim hesabima Kangemi için bagista bulunmustu. Varolsun, sagolsun! Adini vermek istemedim belki arzu etmez diye ama su ipucunu vereyim kendisi Avrupa'da yasayan hayirsever bir Türk. Tesekkürler blogdasim, yardimin çok makbule geçti. Ha, bir baska ek görevim de internette günün anlam ve önemiyle ilintili Noel Baba, Noel agaci gibi boyama desenleri bulmak, basmakti. Bir gün öncesinden koli koli meyve sularini ve buldugum çocuk olsaydim ne tikinmak isterdim diye düsünerek aldigim abur cuburlari arabamin bagajina yükledim. Dün sabah bir arabaya dolusup Kangemi'nin yolunu tuttuk. Bu sefer aramizda onur konugumuz Doruk da vardi. Doruk arkadasimiz Nihan'in 3,5 yasindaki oglusu. Cocuklar bize alisik da minik bir mzunguyla (beyaz insan) ilk defa karsilasiyorlardi sanirim. Beyaz bir çocuk görünce pek bir sevindiler. Doruk'un etrafinda çember oldular. Dokunmak isteyenler, onunla oynamak hevesiyle kolundan çekeleyenler karsisinda Doruk kisa bir süre için de olsa annesinin koltugunun altinda ortama alismaya çalisti. Aslinda gittigi okulda Kenyali çocuklara alisik Doruk, arkadaslari da var ama bu kadar ilgi karsisinda köseye çekilip nasil davranmaliyim acaba diye taktik gelistirdi sanirim. Ve ardindan Doruk sahnede. Cocuklarla yakalamaca oynadi, ardindan onlarla birlikte boyama yapti. Iyice kaynastilar anlayacaginiz. Bu arada her hafta bizim aktiviteye gelen çocuklardan biri ben arabadan iner inmez sag elime yapisti ve biz ayrilana kadar da bir daha hiç birakmadi. Tek elle fotograf çekmek, çocuklarla ilgilenmek biraz zor oldu ama neyse her isin bir zorlugu var ne de olsa. Bu kiz çocugunun adi Yvonne, "Ivon" diye okunuyor. Ivon'un kani adeta bana kaynadi. Bir ara bana çekingen çekingen, mir mir bir seyler söyledi ama ben kalabalikta duyamadim. Megerse Ivon benim evime iltica etmeye karar vermis. "Al, götür beni evine teacher (tiçi)." diyormus. Hani bizim su eski Türk filimlerindeki "Teyze size anne diyebilir miyim?" gibi bir sahne adeta. Ah dedim içimden "Adaletsiz dünya. Isteyene vermez, istemeyene gani gani. Ne aileler memnun, ne çocuklar, sefillik diz boyu. Al götür, hem de yetismis çocuk bak. Altini temizlemene gerek yok. Hem güzel Ingilizce de konusuyor. Akilli da çocuk." Neyse, çabuk siyrildim Allahtan bu saçma ama sevimli düsüncemden ve Ivon'a "Hayir yavrum, tabi ki bana arada anne diyebilirsin ama seni eve götürmem mümkün degil. Ama her hafta ben buradayim. Yine görüsecegiz." dedim ve günes gözlügümün arkasina gizledigim nemli gözlerimle arabaya bindim ayrilmak üzere mekandan. Ivon'u anlatayim derken ben çoktan arabaya binmis, dönüs yolunadayim bile. Durun daha anlatacak baska seyler var. Siz en iyisi bir sonraki paragrafla okumaya devam edin.
Kardesini sirtina atip Noel partisine gelmis bir abla. Dikkatli bakarsaniz fotografa nasil da çocuk yasta yasli bir ifade yapismis yüzüne...Asagida da o ablanin ayakkabilari...Olani giymis çikmis...

Yvonne ile bir hatira fotosu...

Evet, nerede kalmistik? Tamam buldum, parti hazirliklarinda kalmistik. Parti mekani olarak bizim Kangemi'de aktivite yaptigimiz yere en yakin okulun hemen yanindaki arazi düsünülmüstü. Biz vardigimizda arazinin bir kisminda futbol maçi oynaniyordu. Diger tarafta çocuklar bekliyorlar, bir kaç ögretmen de maçi seyrediyordu. Ögretmenlere programi sorduk. Konuyla ilgili bihaberlerdi dogal olarak, asil yetkili Ester de kayiplara karismisti. Aradik Ester'i, Hakuna Matata (Swahilice problem yok demek) 10 dakikaya kadar oradayim dedi. Ama, burada Afrika zamani geçerli. Afrikalilar beyazlar için "Sizin saatiniz var, bizim saatle isimiz yok, bizim zamanimiz var." diyorlar. Afrika'ya yerleseli beri ben de saatle isimi minimuma indirdim ama nereye kadar?
Gelelim yine bizim parti hazirliklarina. Eh, hiçbir sey hazir olmadigi için is basa düstü. Okuldan masalar tasittik. Masalarin etrafinda toplandi çocuklar Noel baba ve Noel agaci figürlerini boyamak üzere. Boyamasini bitirene parti maskesi veriyorduk ki olanlar oldu. Eh, bu çocuklar bu tür seylere alisik degil tabi. Buna ilave bir de burada orman kanunlari geçerli. Öne geçmek için birbirini itenler, siraya girmeyip de yandan kaynak yapanlar, maskesini alip da bir tane daha almak için yine siraya girenler bizi adeta çildirttilar ve maske dagitimini durdurduk. Bazi kurallari ögrenmeleri lazim ama nasil? Medeniyiz diyoruz da biz ögrenebildik mi adabiyla siraya girmeyi? Itekleme, baskasinin sirasini almaya çalisma, uyanik davranislar yok mu bizde? Alasi var. Eh, o zaman buralarda düzen ögretecegiz diye debelenmenin ne anlami var diye düsünmeden de edemiyor insan.
Sansli maskeliler...

Afrika zamani devreye girince diger görevlilerin parti alanina gelmesi o kadar uzun sürdü ki biz aktivitelerimizi bitirip, içecek ve abur cuburlari okul yetkililerine birakip ayrildik.....
-
Seneye yeni aktivitelerde görüsmek üzere Kangemi çocuklari...
-
Hepinize harika bir sene diliyoruz...

Motherhood / Anne Olmak...

Bu aralar bir sürü agaç baski yaptim ama blogumda yayinlamadim.
Iste teker teker baskilarim sizlerle...

Motherhood/Anne olmak isimli baskimi Sebnem Isigüzel'in "Kirpiklerimin Gölgesinde" isimli sarsici romanini okuduktan sonra yaptim. Sanirim pek etkilenmisim..