18.3.13

2013 yılı kayak tatili ardından... (1)

Daha Normandiya kıyıları, İngiltere'nin Fransa kıyılarına cephe kanal adalarından Jersey, Fas, Etiyopya'nın  Somali sınırındaki şehri Harar, Tanzanya'nın N'gorongoro ve Manyara Gölü Ulusal Park'larına yaptığımız safari notları tarafımdan temize çekilip hayat bulmayı bekleye dursunlar ben size sıcağı sıcağına en son gezimiz, 2013 yılı Avoriaz kayak tatilimizden bahsedeyim.


8 Mart sabaha karşı Addis Ababa Bole Havaalanı'ndan Türk Hava Yolları'nın Addis-İstanbul uçağıyla İstanbul'a, birkaç saat Atatürk Havaalanı'nın konforlu CIP salonunda bekledikten sonra da İstanbul üzerinden Paris'e doğru yol aldık. Yves'in Paris Alliance Français'de Fransızca öğretmenliği yapan kızı Anne cuma akşamı bizi dairesinde misafir etti. Yves'i kırmayıp akşam yemeği için bir couscous restoranına gittik. Ertesi gün güneşli, harika bir güne gözümüzü açtık. Bu güzel günü değerlendirip Seine Nehri kıyısında yaptığımız yürüyüş esnasında nehir kenarında kurulu eski kitap, dergi, vs satan bookinistlere bir göz attık. Seine Nehri kıyısına park etmiş, bir süredir Parizyenlere ev hizmeti veren eski mavnalar hayli dikkat çekiciydiler. Bir baktık ki yürüyerek Notre Dame Katedreli'nin önüne gelmişiz. Fransa'nın dünyaca ünlü, Meryem Ana'ya ithafen isimlendirilmiş, Seine Nehri üzerindeki Île de la Cité'in doğu kısmında yer alan, Fransız Gotik mimarisinin en güzel örneği, Notre Dame Katedrali'ni defalarca ziyaret etmeme rağmem yine büyük bir hayranlıkla fotoğraflarını çektim. İlk gotik katedrallerden biri olan Notre Dame'ın 1163 yılında başlayan inşası gotik dönem boyunca sürmüş ve inşaat 1345 yılında tamamlanmış. Katedralin önündeki avluya inşaatın başlangıcının 850. yılı onuruna dev platformlar yapılmış ve bu platformun duvarlarına katedralin tarihçesi yazılmış. Katedrale girişte öyle uzun bir kuyruk var ki, vaktimiz de yeterli olmayınca zaten içini kaç kere tavaf ettik diye düşünüp rotamızı St. Germain'ın şık kafelerinden birine çevirip, yola cephe, manzaralı bir masaya oturup kahvelerimizin keyfini çıkardık. Ardından kaldığımız yerden yola devam.


Louvre Müzesi ile Academie Française’i birbirine bağlayan ve sadece yaya trafiğine açık olan Seine Nehri üzerindeki "Pont des Arts / Sanatlar Köprüsü" Paris’teki aşıkların uzun zamandır uğradıkları adreslerin başında yer alıyor. 2008’den beri çiftlerin sonsuz aşk dileklerine sahne olan köprü halk arasında "Pont des Amoureux / Aşıklar Köprüsü" diye de anılmakta. Dünyanın dört bir yanından gelen sevgililer, köprünün iki yanındaki korkuluklara üzerlerine isimlerinin baş harflerini yazdıkları asma kilitleri takıp anahtarını Seine Nehri’ne atıyorlar. Böylelikle aşklarının ölümsüzleşeceğine inanıyorlar. Silme, rengarenk, pırıl pırıl parlayan asma kilitlerle dolu köprünün korkuluklarında pek boş yer kalmamış sanki. Köprüdeki asma kilitlerle ilgili çeşitli hikayeler var. Bunlardan biri; Slovakyalı bir aile köprüye sekiz yaşındaki oğulları ile gelip üç kilit asmış. Çocuk, büyüyünce ve kendi ailesini kurunca, köprüye gelip kilitleri açacak. Yerine yeni kilitler asıp anahtarları, aynı şeyi yapması için çocuğuna verecekmiş. Buna benzer bir sürü hikaye var...


Bu asma kilit çılgınlığını, Paris’e gelen İtalyan bir çiftin başlattığı söyleniyor. Bu çift, güya, Federico Moccia’nın romanındaki bir bölümden esinlenip tutkulu bir öpüşmeden sonra köprüye aşklarının simgesi asma kiliti asıp anahtarını Seine Nehri'ne atmışlar. Bu çılgınlığın kamu malına zarar verdiğini söyleyen Paris Belediye Başkanı Bertrand Delanoe başlarda “Devlet mülkünü korumak için asma kilitleri kaldırmak zorundayım” demesine rağmen sanırım halkın tepkisinden çekindiği için buna cesaret edememiş. İyi ki de bu kararını uygulamamış, zira.bu köprü ve üstündeki kilitler, Paris’e gelen turistler için yeni bir ilgi noktası. Asma kilitlerin fotoğrafını çekerken gözüme üzerinde "mami et papi" yazan, kıpkırmızı renkli ilginç bir asma kilit takılıyor. Acaba tüm yaşamlarını birlikte geçirmek isteyen, el ele "mami et papi / anneanne veya babaanne ve dede" olmak isteyen bir aşık çiftin dileğini mi yansıtmakta bu kırmızı kilit, yoksa anneanne ve dedesinin aşkının ölümsüzleşmesini isteyen birinin düşüncelerini mi? İlk düşüncem bana daha yakın geliyor.



Aşıklar Köprüsü'nün üzerinden karşı kıyıya geçip Louvre Müzesi'nin önünden geçiyoruz. Louvre'u iki kere gezdim ama yine de layığıyla gezdim diyemem, ancak vaktimiz yok, dolayısıyla üçüncü ziyaretim bir başka bahara kalsın. Louvre'un az ilerisindeki "Jardin des Tuileries / Tuileries (kiremit) Bahçeleri'ndeki sandalyelere oturup biraz soluklanıyoruz. Vaktimiz kısıtlı, karnımız aç... Anne'ın aklına Odéon'daki çok eski, aslına sadık kalınarak restore edilmiş restoran, Polidor geliyor. Hava güzel ve restorandan çok uzak değiliz. Metroya binmek yerine yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüşle Polidor'a varıyoruz. Süper bir öğle yemeği ardından eve dönüyoruz aylar öncesi bıraktığımız kayak eşyalarımızı düzenlemek ve Avoriaz'a doğru yola koyulmak üzere.  Bavul, çanta, kayak kaskı, Yves'in snow board'u, laptop çantaları, vs'den oluşan tam tamına 10 adet parça eşyamızı kiralık arabamıza yükleyip, Anne ile vedalaşıp yola koyuluyoruz. Her sene aynı hikaye. Kayağa giderken Paris'de araba kiralıyoruz, ama kiralama şirketi bize asla zincir vermiyor. Bu durumda ilk önümüze çıkan Carrefour alış veriş merkezinde durup arabanın lastik çapına uygun zincir alıp Dinard garajdaki zincir kolleksiyonumuza bir yenisini ekliyoruz. Yaklaşık 3 saat kadar yol aldıktan sonra Bourg en Bresse'de duraklayıp, minik otelimize eşyalarımızı bırakır bırakmaz yakındaki Fransız zincir restoranı Courtepaille'da karnımızı doyuruyoruz. Bu kadar yorgunluğun ardından iyi bir uyku çekiyoruz, zira yarın kayak merkezine doğru yola devam...

Hiç yorum yok: