
Göl kiyisina yakin minik Baringo köyünde birkaç fotograf çekiyoruz. Yol kenarina sagli sollu kurulu teneke binalar. Kimisi bakkal, kimisi üzerinde otel oldugu yazan tenekeden konservevari tek katli binalar, kimisi manav, kimisi terzihane, kimisi Coca-Cola deposu. Bushman N! xau'nun bir coca-cola sisesi yüzünden medeniyetle basinin nasil derde girdigini anlatan "God must be crazy" filmi geliyor aklima. Cocuklar arabaya yanasip seker, kalem istiyorlar. Digerleri ise ellerini açip para istiyor, adeta dileniyorlar. Buralari ziyaret eden beyaz insanin onlara yaptigi kötülüklerin en büyügü onlari bir çaba sarfetmeden para kazanmaya alistirmalari.
Neyse biz gezimize dönelim. Kenya yol sartlarinda 3 saat 45 dakika sürüyor göl kiyisina ulasmamiz. Bir deniz motoru bizi bekliyor. Arabamizi park edip, haftasonluk esyalarimizi yanimiza alip Baringo Gölü'nün ortasindaki minik adaya dogru yola çikiyoruz. Adalar beni hep heyecanlandirmistir. Sanki anakaradan insanin ayagi kesildiginde, hele bir de uzakta bir adaya ayak basildiginda hersey uzakta kalacak ve anakaradaki problemlerden sanki insan soyutlanacakmis gibi hissederim. Bu hissiyatimda Thomas More'un Utopia adli eserinin büyük payi olsa gerek diye düsünüyorum. Gölde 13 adet irili, ufakli ada var. Haftasonumuzu gölün ortasindaki en büyük adada, adanin ortasindaki 1972 yilinda kullanima açilmis olan "Island Camp Baringo" da geçirecegiz. 15 dakika sürüyor adaya ulasmamiz. Adada bitki örtüsü akasya agaci, bol bol kaktüs ve çöl gülü adini verdikleri bir agaçtan olusuyor. Cöl gülü agacinin gövdesi ve dallari Afrika'nin meshur agaci baobabi andiriyor, ama onun minyatürü ve çiçek açani.

Koyu yesil renkli sahra çadirimiza esyalarimizi atar atmaz hemen yemege kosuyoruz.
Sazdan neredeyse yerlere kadar uzanan, pirinç tarlasinda çalisan bir Cinli'nin sapkasini animsatan çatili restoranin göl manzarali masalarindan birine yerlesiyoruz. Hava çok sicak ve nemli. Catinin da hayli alçak olmasinin payi büyük restoranda buram buram terlememizde. Göl manzarasi ile masamiz arasindaki agaçlarin dallari envai çesit, rengarenk minik kusla dolu. Duvarin üzerine ekmek parçalari koyuyoruz, korkmuyor, bize hayli yaklasiyorlar. Hatta bir ara biraz abartip masanin kenarlarina ufaliyorum ekmekleri. Masamiza da misafir oluyorlar. Onlar karinlarini doyuruyor, biz de bol bol kus fotografi çekiyoruz. 

Yolda turist rehberi routard'dan Baringo ve Bogoria Gölleri çevresi ile ilgili okuduklarim geliyor aklima. Kitapta 1883 senesinde J.Thomson Baringo ve civarini kesfettiginde 24 saat içinde o civarda bulunan 450 kus cinsinden 300'ünü gördügü yaziyordu. Üzerinden geçen 1 yy'dan fazla zaman içinde günümüzde halen 450 kus cinsinin buralarda barindigini hiç sanmiyorum dolayisiyla J.Thomson ile bir yaris içine girme niyetinde hiç degiliz. Ama, yine de çevrede gördügümüz kus çesitliligi karsisinda sasiriyoruz. Megerse kusbilimcilerin ugrak yeriymis Baringo. "Yemek sonrasi ya 40 adim atmali ya da sirt üstü yatmali" demis atalarimiz. Bize ilk öneri daha cazip geliyor ve kampin disina kus gözlem yürüyüsüne çikiyoruz aklimizin bir kösesinde J.Thomson'un rekorunu acaba yine de kirabilir miyiz düsüncesiyle.
Kampin disinda Masai ve Samburu'lularin akrabalarinin köyü var. Köyden genç bir Masai bize yol boyunca hem eslik ediyor hem de ada, çevresi, adali Masailer ile ilgili bilgiler veriyor. Masailer aslinda göçebe bir kavim, hayvancilikla ugrasiyor ve asla balik yemiyorlar. Adali Masailer ise yerlesik düzen yasiyor, balikçilikla ugrasiyor ve asla et yemiyorlar. Keçiler görüyorum etrafta, "Madem et yemiyorsunuz, neden keçi besliyorsunuz?" diye soruyorum. Keçinin eti disinda sütünden, kilindan, derisinden, vs yararlaniyorlarmis megerse. Gölde Masaili genç erkekler minik kayiklariyla kiyiya yanasiyorlar. Etiyopya, Tana Gölü'nde gördügümüz papirüsden yapilma kayiklari animsatiyor bize balikçi Masailerin kayiklari. Masaili genç kiyida duran bir kayigi alip tek eliyle havaya kaldiriyor. Bizim Masai öyle güçlü, kasli falan da degil, üflesen uçacak. Gözlerimize inanamiyoruz. Megerse kayiklarini bizim maket yapiminda kullandigimiz tropik iklimde, su kenarinda yetisen balsa agacindan yapiyorlarmis. Balsa agaci görünüste agir, ama realitede o kadar hafif ki dolayisiyla kayiklari tek elle havaya kaldirmak mümkünmüs. Bunu ögrenir ögrenmez ben de kayikla birlikte bir hatira fotografi çektiriyorum. 
Bir kayik insa etmeden önce kestikleri agaç dallarini uzun süre suda tutuyorlar ardindan da gerekli formu verip dallari biraraya getirip sabitliyorlar. Kayik o kadar küçük ki kürek koyacak yer yok. Onlarda çareyi ellerine palet takip, kollarini kürek olarak kullanmakta bulmuslar. Tek kisilik kayiklarla hem baliga çikiyorlar, hem ufak tefek seyleri tasiyorlar. Rehberimiz balsa kayiklarinin hizini "Öyle hizli gider ki, suaygirlarindan bile hizlidir" diyerek tanimliyor. Bu arada köye variyoruz. Köy bizim alisik oldugumuz Masai köylerinden biraz farkli. Arada tek tük saz çatili, silindir evler var, diger evler ise dikdörtgen. Ileride tenekeden yapilma kocaman konservevari bir ev var. Okul mu bu bina diyorum? Megerse 5 esli, 21 çocuklu bir 80'lik bir Masai'nin eviymis.
Kamp ile Masai köyü arasinda bir insaat gözümüze çarpiyor. Bizim kaldigimiz kampin ve bu insaatin sahibi ayni Ingilizmis. Insaat bitiminde Baringo Adasi kocaman bir balik üretim çiftligine kavusacak, Ingiliz de daha bol paraya.
Az ilerliyoruz, suaygiri grubu suya batip, batip çikiyor. Gözleri ve minik kulaklari disinda pek bir sey göremiyoruz. Halen günes hayli kizgin. Hassas derilerini suyun içinde korumaya almislar. Hele bir günes batsin mutlaka karaya çikacaklar karinlarini doyurmak üzere.
Envai çesit kus görüyoruz papirüs sazliklarinin üzerine tünemis. Bol bol kus fotografi çekiyoruz. Ingilizce, Latince isimlerini söylüyor motordaki rehber ama isimlerin biri bir kulagimdan giriyor, ötekinden çikiveriyor. Arada akilimda kalanlar söyle; cormorant/karabatak, heron/balikçil, fish-eagle/balikçi kartal, vs. Balikçi kartal kiyida agacin tepesinde duruyordu. Rehberimiz bir kaç kere islik çaldi ve hemen ardindan yaninda getirdigi baligi göle firlatti. Balik denize düser düsmez agacin tepesinden süzülen balikçi kartal baliga dogru pike yapti, yakaladi ve agacina geri döndü. Bir ara bizim sahra çadirinin önünden geçiyoruz. Yanimizdan ellerinde paletler minik balsa kayiklarinda çocuklar adeta birbirleriyle yaris yaparak geçiyorlar. Kiyida fokur fokur kaynayan bir su kaynagi (kaynaç/gayzer) görüyoruz. Kaynaç (veya gayzer), düzenli veya düzensiz aralıklarla, suları yukarı doğru fışkırarak patlama yapan bir sıcak su kaynagi. Fay kaynakları volkanik ve kırıklı bölgelerde görülüyor gayzerler. Kaynak su belirli bir yerde kaynayinca (suyun isisi genelde 100 dereceyi buluyor), bir patlama yaparak disari fiskiriyor. 




Kampa dönerken bakiyoruz bizim timsah pozisyon degistirmis ama halen ayni kayanin üstünde hareketsiz yatiyor. Tek gözüyle bize bakiyor, istifini hiç bozmuyor.


Basrollerini Kim Basinger ve Vincent Perez'in paylasiklari, Kuki Gallmann'in kendi gerçek yasamöyüsünü kaleme aldigi, ayni adli romanindan Columbia Pictures tarafindan sinemaya aktarilan I Dreamed of Africa filmini sanirim hepiniz duymussunuzdur. Kuki Gallmann halen Kenya'da, Bogoria civarinda Ol Ari Nyiro'da Kara Afrika ile ilgili kitaplar yazarak ve esi ile oglunun hatirasina kurdugu Gallmann Memorial Foundation'da dogal ve vahsi hayati korumak için yapilan çalismalara destek vererek yasamani sürdürmekte. Kuki su siralar National Geographic ile ortak bir kitap projesi üzerinde çalismakta. Bu sefer vaktimiz kisitliydi, Kuki'yi ziyaret edemedik. Kuki'nin de orada oldugundan emin oldugumuz bir haftasonu sohbet amaçli Baringo ve Bogoria civarina, Ol Ari Nyiro'ya gitmek için bir bahanemiz daha var.
27 Aralik 2010 - 7 Ocak 2011 arasi günleri 


Makalede Piton dela Fournaise'in bilimsel açidan gözlemcisi Andrea di Muro'nun konu ile ilgili görüslerine yer verilmis. Ocak ikinci yarida volkanik bölgede sismik aktivitede artis gözlenmis. Bir hafta içinde sarsinti sayisi 60'a kadar ulasmis. Hatta bir sarsintinin siddeti Richter ölçegine göre 2.4 olarak kayitlara geçmis. Volkan bir ay içinde heran sessizligini bozabilirmis. Aktivite yine son iki aktivitenin oldugu tarafta bekleniyor. Bu da lav akisinin yine ayni yolu takip edecegi anlamina geliyor. Piton de la Fournaise 17 ve 18.yylar arasinda tam 1 yüzyil boyunca aktif kalmis ve o dönemde krater bölümünde sarimtirak renkli sürekli lavlarla beslenen dogal bir lav havuzu olusmus. Bu seferki aktivitenin bu kadar güçlü ve uzun süreli olmasi tabi ki beklenmiyor. Geçen seneki yerden lavlar kendine yol bulursa görüntü kraterin kenarindan akan kizil lavlar seklinde olacak. Lavlarin kendine yeni bir çikis yolu bulmasi durumunda ise, lavlar yillardir görülmedik bir sölenle gökyüzüne püskürecek ve sari, kirmizi renkli konferi ve sepantin edasinda yeryüzüne dogru düsecek.
Nedir bu komutlar diye düsünüyorsunuz. Bu yazima baslamadan önce ben de hayli düsündüm su rafting yapmadan önce bize ögretilen komutlar neydi diye. Eh, normal hemen hatirlayamamak, rafting yapali üzerinden tam tamina 11 ay geçmis. Kenya'da senede 2 kere, yagisli sezona denk gelen Kasim, Aralik ile Mart, Nisan aylarinda rafting yapmak mümkün. Öncelikle "rafting" kelimesinin Türkçemize tercümesini kontrol ederek yazima baslamak istiyorum. Sasirtici ama "rafting" kelimesi Türkçelestirilmemis halen. Aslinda Türk Dil Kurumu'muzdan hani "Sallanan sandalye" için "Sallangaçli oturgaç" ya da "Avize" için belirledikleri "Isiltili sarkangaç" vari afilli bir sözcük veya sözcük birikintisi uydurmalarini beklerdim. Ne mesela? Sanirim "Kaydirgaçli adrenalin" uygun kaçabilirdi. Neyse belki TDK'ya önerebilirim bu Türkçelestirilmis rafting söz dizisini. 




Bir ara nehrin kiyisina yanasiyoruz. Az ileride bir köprü var. Amaç o köprüye tirmanmak ve 10 metreden nehre atlamak. Köprüye çamur yamaçtan kaya kaya zor bela çikiyoruz. Köprü üstünde kiliseden dönen iki dirhem bir çekirdek Kenyalilar bizim sirilsiklam, çamur içindeki halimize bakip gülüyorlar. Eslerimiz hiç arkalarina bakmadan "cup" diye suya atliyorlar. Ben köprünün kenarina kadar çikiyorum. Ha atladim, ha atliyacagim. Yok, diyorum bir güne bu kadar adrenalin yeter. Mars mars gerisin geri nehir kiyisina iniyorum. Tekrar bottayiz. Bir kaç basarili inis daha yapiyoruz. Bitise yaklasirken eslerimiz suya atliyor ve suyun akintisiyla yola devam ediyorlar. Evet, artik karaya ayak basiyoruz. Ödülü bol salata esliginde tavuk ve et izgaralar. Öyle bir enerji sarfetmis, kurt gibi acikmisiz ki, aslinda menünün hiç de önemi yok deyip daliyoruz yemeklere.



Eğer dalmaktan hoşlanmıyorsanız bu işi şnorkelle de yapabilirsiniz. Ertesi gün bir de snorkelle daliyoruz. Deniz dibinde ilk karsimiza çikanlar Hinduizm dininin koruyucusu ve bekçisi Ganeşa. Seremoniyle denize biraktiklari Ganesa heykellerine dalan Hindular Ganesa’ya bagliliklarini ve samimiyetlerini gösteriyorlar. Ganeşa'ya ibadet etmeden onun "dostlugunu" kazanmadan Hindu olmak mümkün degilmis megerse. Biz de Ganesa’yi selamliyor, fotografalarini çekip mercan adaciklarina dogru yolumuza devam ediyoruz. Sabah kahvaltisi sirasinda cebimize attigimiz ekmek dilimleri sayesinde baliklarla samimiyeti hayli ilerletiyoruz.



